Güncel

TÜRK’ÜN ZAFERİDİR…

    Büyük Taarruz, Kurtuluş Savaşı sırasında Türk ordusunun işgalci güçlere son ve kesin darbeyi vurmasını sağlamak ve Anadolu’dan atmak için düşünülüp planlanan gizli bir harekattır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 20 Temmuz 1922’deki oturumunda kendisine dördüncü kez olmak üzere Başkomutanlık yetkisi verilen Mustafa Kemal ATATÜRK, taarruz kararını haziran ayında almış ve hazırlıkları gizli olarak yürütmüştür. Büyük Taarruz Ağustos’un 26’sını 27’sine bağlayan gece Afyon’da başlamış, Aslıhan civarında kuşatılan düşman birliklerinin Mustafa Kemal ATATÜRK’ün bizzat idare ettiği Dumlupınar Meydan Muharebesi’nde imha edilmesi ile Türk ordusunun zaferiyle sonuçlanmıştır. NOKTA….

İşte size Con Sinov’un anlattığı an be an Türk’ün En büyük kahramanlık destanı..

30 AĞUSTOS 1922 ZAFER TÜRK’ÜN

30 Ağustos günü neler yaşandığını, o gün orada olanlar anlatıyor…

Birliklerden son raporlar geldi. İsmet Paşa evraklara göz atıp Tevfik Bey’i çağırdı. “Paşa’ya göster” dedi. Ali Çavuş koşarak Mustafa Kemal Paşa’nın odasına gitti. Kapıyı tıklatıp Gazi’yi uyandırdı. Tevfik Bey, raporlarla odaya girdi.

Ali Çavuş anlatıyor:

Hepimiz bir köşeye kıvrılmıştı. Gelen raporları kıymetlendiren Tevfik Bey, İsmet Paşa’ya durumu anlatarak haritayı gösterdi. Ben de onların isteği üzerine Gazi’yi uyandırdım. Yatağın içinde haritayı tetkik ettiler.

Mustafa Kemal Paşa anlatıyor:

Tevfik Bey’in gösterdiği haritaya baktım. Hemen yataktan fırladım. Arkadaşlar, haritada gördüğüm şey şuydu ki, ordularımız düşmanın önemli kuvvetini kuzeyden, güneyden, batıdan kuşatmaya uygun bir durum almış bulunuyorlardı.

Salih Bozok anlatıyor:

Yatıyordum. Bir gürültü işittim. Derhal yatağımdan fırlayarak gürültünün gediği odanın kapısına koştum. Gazi ve İsmet Paşa’yı masa başında gülerken gördüm. Kapıdan başımı uzattığım zaman “İçeriye gir de ne olduğunu anlatayım” buyurdular.

Mustafa Kemal Paşa anlatıyor:

Fevzi ve İsmet Paşaları çağırınız, dedim. Üçümüz toplandık. Durumu bir daha düşündük ve kesinlikle karar verdik ki, Türk’ün gerçek kurtuluş güneşi 30 Ağustos sabahı ufuktan bütün parlaklığıyla doğacaktır.

Ali Çavuş anlatıyor:

Paşalar geldi. Gazi, düşmanın çevrilmek üzere olduğunu söyledi. Karargâh, sabaha kadar nefes almadan çalıştı. Gazi, sabah erkenden Fevzi Paşa’yla hareket etti.

Mustafa Kemal Paşa anlatıyor:

Yazılı emirlerle yetinmek önlemi uygun olmazdı. Düşmanın büyük kısmını güneyden izleyen ordu merkezine de kendim gidecektim. Otomobil ile tren yolunu izleyerek batıya hareket ettim.

Ali Çavuş anlatıyor:

Sabah 08:30 civarında 1. Ordu karargahına vardılar. Nurettin Paşa yerinde yoktu. Gazi, kumandayı eline alarak gerekli emirleri verdi. Ateş başladı. Nurettin Paşa uyanıp, çorabının bir tekini giymemiş halde telaşla geldi.

Salih Bozok anlatıyor:

Gazi, Nurettin Paşa ve kolordu komutanı Sami Paşa ile görüştü. Bu sırada, esir edilmiş bazı Yunan subaylardan birini yanına istedi. Kendilerine çay ısmarladı ve vaziyet hakkında malumat istedi.

Mustafa Kemal Paşa anlatıyor:

Esir subaylarla görüştüm. Bunlardan biri kurmay subay idi. Zavallı, verdiği bilgiler ışığında istemeyerek başkomutan görevini alan General Trikopis’in ve General Digenis’in çevirdiğimiz bölge içinde olduğunu söylemiş söyledi.

Mustafa Kemal Paşa anlatıyor:

Ordu komutanına “Trikopis’le beraber bütün düşman generallerini mutlaka esir etmesini söyleyiniz” dedim. Zavallı esir subay benim bu emrimi işitir işitmez sunduğum çayı içemeyerek büyük bir baygınlık geçirdi.

Salih Bozok anlatıyor:

Yunan subayın benzi Gazi’nin emrini işitir işitmez kül gibi oldu. Elini alnına götürdü. Teessürden çayı içemedi. Başı fevkalade ağrıdığından dolayı konuşamadı. İcap eden ilaçları verdik.

Mustafa Kemal Paşa anlatıyor:

Daha fazla ordu merkezinde kalamazdım. Savaş durumunu gözümle görmek benim için karşı konulmaz bir ihtiyaç oldu. Arpalık civarında tepeye geldik. Çal Köyü batısında ve kuzeyinde patlayan topların gürültülerini işitiyordum.

Salih Bozok anlatıyor:

Gazi, otomobilin hazırlanmasını emretti. Yolun fevkalade bozuk olduğu söylendiyse de onu alıkoymak mümkün olmadı. Hep beraber tepeye geldik.

Mustafa Kemal Paşa anlatıyor:

Oradan dürbün ile gözlemeye uğraşmak bana sıkıntılı geldi. Daha ileriye, ateş yerine gitmek için kesin bir ihtiyaç duyuyordum. Oraya gitmek gereklidir ve buyurun gidelim dedim.

Yaver Muzaffer anlatıyor:

Derhal otomobiline bindi. Bu esnada Nurettin Paşa “Paşam, ateş hattına iniyorsunuz” diye ikaz etti. “Siz burada kalınız” dedi ve hareket etti.

Mustafa Kemal Paşa anlatıyor:

Nurettin Paşa bu kadar yakınlaşmanın münasip olmadığını söyledi. Canım sıkıldı. “Siz burada kalabilirsiniz” dedim ve otomobilime yürüdüm. Tepeye gelen yola girdik. Ara sıra yolumuzun soluna düşman mermileri düşüyordu.

Salih Bozok anlatıyor:

Hiç farkına varmadan, düşmanla çarpışan avcılarımızla, düşmana ateş açan topçularımız arasına girmişiz. Yanımıza yedeğinde boş bir at getiren bir süvari geldi. Gazi’ye “Komutan bu atı gönderdi. Sizi topçu menzilinde bekliyor” dedi.

Salih Bozok anlatıyor:

Gazi, askere “Sen bu atı ona götür, binsin de o buraya gelsin” dedi. Çok geçmeden Derviş Bey geldi. Gazi, Derviş Bey’e “Biz burada iken topçularımızın gerimizde kalması olmaz. Onları bizim önümüze geçirmek gerek” dedi. Gazi, düşmanın işini bir an önce bitirmek istiyordu. Derviş Bey, onun bu niyetini kavradı. Bu emri derhal uygulatıp gelişinden sonra güldü: “Paşam, şimdi bu avcı hattı ile topçu hattı bir araya geldi. Bu oldu mu ya? Emrederseniz, avcı hattını da ileri sürelim.” Gazi güldü, “Hemen” dedi.

Mustafa Kemal Paşa anlatıyor:

Derviş Bey, kendi ileriye atılarak bütün kuvvetiyle düşman alanına ilerliyordu. Saat ilerledikçe gözlerimin önünde gelişen manzara şu idi: Düşman başkomutanının karşıdaki tepede son gücüyle çırpındığını görüyor gibiydim.

Yaver Muzaffer anlatıyor:

Birliklerimiz düşmanın bulunduğu yığıntıya yanaşıyordu. Düşman topçusunun mermileri çok yakınlara düşüyor, Gazi, sigarasını içiyordu.

Mustafa Kemal Paşa anlatıyor:

Güneş batıya yaklaştıkça ateşli, kanlı ve ölümlü bir kıyametin kopmak üzere olduğu bütün ruhlarda duyuluyordu. Bir zaman sonra dünyada büyük bir yıkım olacaktı. Ve beklediğimiz kurtuluş güneşinin doğabilmesi için bu yıkım gerekliydi.

Yaver Muzaffer anlatıyor:

Hayret ediyordum. Her şey onun iradesine bağlıymış gibi, ne derse o oluyordu. Az sonra “Allah Allah” sesleri işitilmeye başladı. Hücum eden piyadelerimizin süngüleri, güneşin kızıl hüzmeleri altında yalımlar yapıyordu.

Mustafa Kemal Paşa anlatıyor:

Bir çember üzerinde yer almış olan bataryalarımızın aralıksız ve amansız ateşleri düşman alanlarını, içinde durulmaz bir cehennem haline getiriyordu. Gökyüzünün karardığı bir dakikada Türk süngüleri düşman dolu o sırtlara saldırdılar.

Yaver Muzaffer anlatıyor:

Gazi’nin yüzünde gözle görülür bir ıstırap vardı. Yanan sigarasını yere attı ve düşman ateşine aldırmadan siperde doğruldu. Bu, üzerine titrediği askerlerinin manevi huzurunda bir saygı göreviydi. Gözleri nemlenmişti. Güneş, ufukta kaybolmak üzereydi. Eliyle savaş sahasını göstererek bağırdı:
Hacı anesti! Mağrur komutan! Neredesin? Gel de ordularını kurtar!

Mustafa Kemal Paşa anlatıyor:

Artık karşımda bir ordu, bir kuvvet kalmamıştı. Tam olarak yok olmuş perişan bir arta kalan kitle bulunuyordu. Başlarında başkomutanları bulunduğu halde beyaz bayrak çekmek zorunda kalmışlardı.

Salih Bozok anlatıyor:

Bir müddet sonra telefonla “Karşımızdaki düşman çil yavrusu gibi dağıldı ve firara başladı. Tepelere, ormanlara, dağlara gidiyorlar” malumatı geldi. Gazi, “Bu iş bitmiştir” dedi.

Ali Çavuş anlatıyor:

Hepimiz çok heyecanlıydık. İki saat süren boğuşmadan sonra düşman tarafında beyaz bayrakları görmeye başladık. Sevinçten göz yaşlarımızı tutamıyor ve birbirimize sarılıyorduk. Bundan önceki muharebelerde şımarık Yunan erleri “Aç Türko, ayakkabısız Türko, ne ile taarruz edeceksin” diye bağırıyordu. O gün 6 bin kadar Yunan esir alındı.

Salih Bozok anlatıyor:

Afyon’a döneceğimizi zannederken Gazi, Dumlupınar’a gitmek için emir verdi. Orası biraz önce alındığı için Gazi’nin oraya gitmesini istemiyordum. “Afyon’a gidelim” dedim. Bu söylediğime kızdı. “Yolunu bilen birisini bu da gidelim” dedi.

Ali Çavuş anlatıyor:

Gazi, Fevzi Paşa ile buluşmak üzere Dumlupınar’a geldi. Toprak damlı bir evin damına çadırları kuruldu.

Salih Bozok anlatıyor:

Yaver Muzaffer’le birlikte Paşa’ya pelerinlerimiz ve ceketlerimizden yastık, yatak ve örtü yaptık.

Mustafa Kemal Paşa anlatıyor:

Yıkık bir evin avlusu içinde İsmet Paşa ve Fevzi Paşa ile buluştuk. Kırık kağnı arabalarının döşeme ve oklarına ilişerek bundan sonraki durumu düşündük. Bütün orduyla dinlenmeden İzmir’e yürüyecektik.

Ali Çavuş anlatıyor:

Hava karardığı zaman serinlik bastı. Gazi, kurt kürklü kaputla çadırın önünde oturuyordu. Ben de çok sevdikleri kahveyi sık sık pişiriyordum. 26 Ağustos’tan sonra ilk sıcak yemeği de burada yiyebildiler.

Salih Bozok anlatıyor:

Ertesi sabah eşyamızı getirttik. Paşa’nın çadırını, bir evin toprak olan damının üzerine kurduk. Çünkü köyün içinde çadır kuracak başka temiz yer yoktu.

Ali Çavuş anlatıyor:

Ertesi gün komutanlarla buluşmak üzere Çal Köyü’ne gittiler. “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri” yazılı emrini burada verdi.

Yaver Muzaffer anlatıyor:

Gazi, ertesi gün savaş alanını dolaşıyordu. Gördüğü manzaradan mustaripti. Bir müddet seyrettikten sonra “Bu manzara insanlığı utandırabilir. Fakat meşru savunma için buna mecbur olduk” dedi. Biraz ilerde topların arasında yerde bir Yunan bayrağı gözün ilişti. Eliyle işaret ederek “Bir milletin istiklal alametidir. Düşman da olsa hürmet etmek lazımdır. Oradan kaldırıp topun üzerine koyun”dedi.

Bu sahada akan Türk kanı, bu gökyüzünde uçan şehit ruhları devlet ve cumhuriyetimizin sonsuz koruyucularıdır. Ey yükselen nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve devam ettirecek sizlersiniz..

Toprak Haber

Bir yanıt yazın