Sorting by

×
GüncelTarım

Prof. Dr. Oğuz Noyan: “Tarımda nereye?”

2008’de resmen sona eren IMF programı, 2015’e kadar da büyük ölçüde korundu; üstelik tarıma dönük politikalar bakımından AKP iktidarı, benzer politikaları bugüne dek sürdürdü.

Geçen yılı Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nin 25 Aralık’ta düzenlediği “Kooperatifçilik Sempozyumu”na katılarak kapatmıştım. Bu yılın ilk etkinliği de Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi’nin “Tarım Eğitiminin 176. Yılı Etkinlikleri Kapsamında” 10-14 Ocak arasında düzenlediği bir dizi panelin ikincisine katılmam oldu. “Pandemi ve Ekonomik Gelişmeler Çerçevesinde Tarım-Gıda Sistemimizi Yeniden Düşünmek” başlıklı bu panelde değerli meslektaşlarım çok yararlandığım önemli sunuşlar yaptılar. Ben burada kendi sunuşumun ana çerçevesini aktarmak istiyorum.

Önemli ekonomik çalkantılara da konu olan son iki pandemi yılının tarım-gıda sisteminde yol açtığı sorunlar, 2000-2019 arasındaki 20 yıldan miras alınan zaafların gölgesinde derinleşti. Türkiye tarımı 2000 sonrasının travmasını üzerinden atamadı. IMF-DB programının tahribatını gideremedi. Çünkü 2008’de resmen sona eren IMF programı, 2015’e kadar da büyük ölçüde korundu; üstelik tarıma dönük politikalar bakımından AKP iktidarı, benzer politikaları bugüne dek sürdürdü.

Tarım ve çiftçi dostu olmayan bu politikaların temel çerçevesi ve sonuçları neydi? Kalın çizgilerle özetlemeye çalışalım:

IMF programının tarıma ilişkin Tarım Reformu Uygulama Projesi’nin yürütücüsü DB idi. Ama tüm program IMF Niyet mektuplarında belirtilmişti. DB, doğrudan gelir desteği (DGD) projesinin uygulanmasında olsun, Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri’nin (TSKB) yeniden düzenlenmesi ve bu Birliklerin sanayiden ve desteklemeden çekilerek küçültülmesinde olsun, başroldeydi. Ancak TRUP programı ve onun kapsamındaki DGD daha geçici nitelikteydi. Daha kalıcı olanlar girdi üretimi/dağıtımı ve tarımsal desteklemede vazgeçilmez rolleri olan tarımsal KİT’lerin tasfiyesi ve TSKB’nin küçültülmesi ve işlevsizleştirilmesiydi. Hepsinin üstüne gelen temel çıpa ise, tarımsal destekleri GSYH’nın düşük bir yüzdesiyle sınırlandırmak idi. Nitekim bu sınırlama, 2006 yılında çıkarılan Tarım Kanununda %1 gibi düşük bir orana bağlandı. Ne var ki, AKP bunu daha insafsızca uyguladı, yıllık ortalama yüzde yarımın altında kaldı; son birkaç yıldır ise binde üçlük oranlara geriledi.
Tarımsal destekler bu ölçülerde sınırlanınca, yeterli destek bulamayan çiftçi bankalara ve Tarım Kredi Kooperatifleri’ne aşırı ölçüde borçlandı. Örneğin 2004’te 3 milyar liralık toplam tarımsal desteğe karşılık 5,3 milyar TL’lik tarımsal kredi kullanılmaktaydı. Kredi/destek oranı 1,7 idi. Bu oran 2007’ye kadar 2 katsayısının altındaydı. Daha sonra giderek tırmandı: 2018’de 101,3 milyar TL krediye karşı 14,5 milyar TL destek bütçesi vardı; katsayı 7’ye çıkmıştı. (Necdet Oral, Türkiye’de Tarım Nasıl Çökertildi?, s.54). AKP’nin geri dönüşsüz destek vermek yerine krediler üzerinden borçlandırmak politikası 2020-2021 pandemi döneminde iyice çığrından çıktı; 2021’de çiftçilerin banka borcu 172 milyar TL olurken çiftçiye destek ancak 22 milyar TL idi. Yani krediler desteklerin 7,8 katına çıkmıştı.
Özelleştirmeler sonrasında girdi piyasasının tamamen ulus ötesi şirketler ve yerli uzantılarının eline geçtiği (monopol veya oligopol piyasası), buna karşılık tarımsal üreticinin ürün satış fiyatlarının az sayıda güçlü alıcının egemen olduğu oligopson piyasasında genellikle maliyetlerin altında oluştuğu koşullarda, aşırı borçlandırılan çiftçinin temerrüde düşmesi, borcunu borçla kapatma derdine düşmesi, ipotekli krediler nedeniyle üretim araçlarını elinden çıkarmaya zorlanması ve giderek bir mülksüzleşme girdabına kapılması gibi sonuçlar daha sıklıkla ortaya çıkacaktır. Buna zaten ekili alanlarda 3,5 milyon hektarlık bir daralma eşlik etmekteydi.
Sınai tarımsal girdilerde dışa bağımlılık artarken, tarımsal ürünler dış ticaretinde de tarım son 20 yılın ortalamasında net ithalatçı bir sektöre dönüştürülmüştü. İktidar, ithalatı içerdeki tarım ürünleri fiyatlarını dizginlemek için bir araç olarak da kullanmaya kalktıkça tarımsal üretime daha büyük tahribat vermekteydi.
Çiftçinin girdi kullanımından tasarrufa gitmeye mecbur kaldığı, sulama altyapısının yeterli düzeye ulaştırılamadığı koşullarda tarımsal üretim ve tarımsal verimlilik artmadı veya yeterince artmadı. Elektrik dağıtımının özelleştirilmesi, büyükşehir belediyeleri kapsamındaki illerde su ve atık su bedellerinin yükselmesi, maliyet baskılarını yükseltti. Stratejik ürünlerde, örneğin buğdayda, 20 yıl öncesinin toplam üretim düzeyi aşılamadı, hatta 2021’de tarihi bir düşüş yaşandı. Nüfus artmaya devam ederken ve buna milyonlarca sığınmacı eklenirken tahıl üretiminin yerinde sayması, baklagillerde ve diğer stratejik ürünlerde ithalata bağımlılık derecesinin artması, tarımda arz açığı koşullarının pekişmesi anlamına geldi; pandemi ortamı bunu daha da pekiştirdi. Sonuç, gıda egemenliğinin ciddi biçimde sarsılması oldu.
Çiftçinin kooperatif örgütlenmesinin de bilinçli çabalarla zayıflatıldığı bir ortamda çiftçi tamamen piyasasının insafına terkedilmiş oldu. Tarımsal kooperatiflerin ve ortaklarının sayısında bir gerileme görülmese dahi bunların işlem hacmi geriledi, daha önemlisi ciddi bir nitelik kaybı yaşadılar. Kooperatif dışı çiftçi örgütleri de, ZMO hariç, AKP öncesini aratır bir suskunluğa gömüldüler.
Tarımın GSYH ve toplam istihdam içindeki payı hızla azalırken, çiftçi de gelir dağılımı bozulmalarından olumsuz şekilde etkilendi; sosyal güvenlik sistemine ulaşmada sıkıntılarını tam aşamadı; refah düzeyinde istikrarlı bir ilerleme göremedi. Gençleri tarımda tutmak zorlaştı; nesiller arası devamlılık ve küçük çiftçiliğin kendini yeniden üretmesi zora girdi. Meraların gaspedilmesi, köylerin boşalması ve tarımın insansızlaşması bu sürece eşlik etti.
Sonuçta iktidarın ne ürün temelinde ne çiftçi özelinde ne de tarımın genelinde uzun vadeli ve iç/dış sermayeden bağımsız bir politika ekseni hiç oluşmadı.

Son iki yılda sorunlar ağırlaştı
Pandemi koşullarında emek kesimini ve çiftçisini bu denli kaderine terkeden bir iktidar örneği dünyada pek görülmedi. 2020’deki tarımsal destekler 2021’de hiç arttırılmadı, 22 milyar TL düzeyinde tutuldu. 2022 bütçesine de 25 milyar TL konulabildi. Bu, 242 milyar TL faiz ödemesinin onda biri kadardı.
Devletten destek göremeyen çiftçi yalnızca 2021’de 35 milyar TL borçlanmış durumdadır. Bunun önemli bölümü de üretime gitmeyip, borcu borçla kapatmaya dönüktür. Çiftçi, bu zor koşullara direnme eşiğini aşmak üzeredir.
Pandemi döneminde tarımda arz açıkları büyürken, dünyada da tarım ihracatına sınırlamalar getirildi. Böylece tarımda ithalata bağlı kalmanın nasıl bir stratejik soruna dönüştüğü görüldü. Ama AKP çareyi ithalatta aramaya devam etti. 2021’de tarımsal ithalatta yeni rekorlar kırıldı.
Ekonomik sorunlara çözüm üretemeyen, enflasyon artarken faizleri indirme “denemelerine” girişen iktidar, döviz kurlarını hesapsızca yükselterek tarıma en büyük zararı verdi. Girdi fiyatları/maliyetleri genelde yüzde 100’ün üzerinde arttı. Gübrenin bazı türlerinde yüzde 500’leri buldu. Mazot ve elektrikte son zamlarla birlikte fiyatlar bir yılda iki kattan fazla arttı.
Üreticinin eline geçen fiyatlar ile pazardaki fiyatlar arasındaki makas açıldı; çiftçinin eline geçmese de gıda enflasyonu resmi TÜFE’ye göre bile yıllık %44 oldu.
2022’ye dönük ekonomik beklentiler hem çiftçi hem tüketici açısından olumluya dönmedi. Yoksulluğun yaygınlaşması ile birlikte bazı hanelerde kıtlık ve göreli açlık sorunlarının yaşanması son iki yılın en çarpıcı görüntüleri oldu.
Çözüm, farklı ekonomik ve tarımsal politikalarda
Temel amaç, tarımın dışa bağımlılığını azaltmak, gıda egemenliğini kazanmak olmalı. Tarım küresel meta zincirinin bir halkası olmaktan çıkarılmalı.

Temel araçlar ise şöyle sıralanabilir:

Tarımsal destek, tarımsal katma değerin en az 1/3’üne yükseltilmeli. Bugün tarımsal katma değer GSYH’nın yaklaşık yüzde 6’sı olduğuna göre, tarımsal destekler de
GSYH’nin yüzde 2’sine (yani bugünkünün 7 katına) çıkarılmalı.
Bu desteğin belirli bir bölümü kooperatiflerin, çiftçi örgütlenmesinin desteklenmesine ayrılmalı. Bir bölümü de girdi desteklerine.
Fiyat destekleri fark ödeme sistemi üzerinden yapılmalı; çiftçi zarar etmeyeceğinden emin olmalı.
Girdi üretimi ve destekleme alımında bazı tarımsal KİT’ler yeniden kurulmalı.
Her bir ürün temelinde politikalar geliştirilmeli. Teknik/idari kadrolar buna göre yetiştirilip örgütlenmeli.