29 yıl önce ‘felaket’i öngördük doğa ile barışmayı öğrendik
Bu hafta Kanaat Önderi’nde Şeref Oğuz, Hakan Güldağ ve Vahap Munyar’ın konuğu TEMA Vakfı Onursal Başkanı Ali Nihat Gökyiğit. “Türkiye çöl olmasın” sloganı ile 29 yıl önce TEMA’yı kurduklarını bildiren Gökyiğit, bugün gelinen noktada dünyada bir yeşil çağa gerek olduğunu söyledi.
TEMA Vakfı’nın Kurucusu, Onursal Başkanı, Tekfen Holding’in Kurucusu Ali Nihat Gökyiğit, “Gündem Özel” sohbetimizde sorularımızı yanıtlarken, vakfın 29 yıl önceki kuruluş günlerini anımsayıp, “Dava arkadaşım Hayrettin Karaca ile doğadaki yıkımı gözlüyor, ekosistemin bozulacağına inanıyor ve emareleri görüyorduk. Doğaya dost olma, tehlike hakkında bilinçlendirme ve bazı projeler için çarelerin olacağını anlatmak üzere TEMA ile yola çıktık. Doğal felaketlerin yaşanacağı endişesi ile hep doğa ile barışmayı önerdik” dedi. Dünyada su olmadan yaşayan ne bitkisel ne de hayvansal canlı olmadığına işaret edip, barajlarla ilgili şu mesajı verdi: “Baraj yapmak doğa üzerinde baskı yaratsa da hayati önemi olan su için buna katlanılması gerekiyor. Prensip olarak HES’lere karşı çıkmadık. Ancak, her dereden istifade doğru değildi, onlara karşı çıktık.”
TEMA Vakfı’nın Kurucusu, Onursal Başkanı Ali Nihat Gökyiğit’e sorularımız ve yanıtları şöyle:
Ormanı korumak için ağaç tarımı
●1992 yılında Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı’nı (TEMA) kurarken dünyada son dönemlerde yaşanan çevre felaketlerinin, iklim değişikliğinin hissedilir etkisini ne kadar öngörebildiniz? Son günlerde yaşadığımız aşırı sıcak hava dalgaları, seller, denizdeki müsilaj, aşırı sıcakların da tetiklediği orman yangınları sizin TEMA’yı kurduğunuz dönemde öngörüleriniz arasında var mıydı? Bu felaketler 29 yıl gibi kısa süreçte yaşanacak gibi görünüyor muydu?
Geçen asrın ikinci yarısından itibaren doğal varlıkların, başta toprak, su, hava, yeşil örtü ve biyolojik zenginliğin artım ve yenilenmesinden daha hızlı kirletilmeye, tüketilmeye ve tahribe başlandığı alarmı dünya gündeminde yer almaya başladı. Dava arkadaşım Hayrettin Karaca ile bu yıkımı gözlüyor ve ekosistemin bozulacağına inanıyorduk ve emareleri görüyorduk. Nitekim çölleşme, su sancısı, gıda güvenliği, iklim değişikliği ve doğal afetler başladı. Doğaya dost olma, bu tehlike hakkında bilinçlendirme ve bazı projeler ile çarelerin olacağını anlatmak için TEMA ile yola çıktık. Başta orman, doğal varlıkların korunması ve erozyonla mücadele ile toprak kaybını önleme olmak üzere “Türkiye çöl olmasın” sloganı ile yol almaya başladık. Bugünlerdeki doğal felaketlerin yaşanacağı endişesi ile gönüllülerimize hep doğa ile barışmayı önerdik. Bugün halkımızın “Ciğerlerimiz yanıyor” diyerek, büyük üzüntü ile karşıladığı orman yangınları TEMA’nın büyük endişeleri arasında oldu. Hatta yaşlı doğal ormanlarda oduna olan talebin yarattığı baskıyı azaltmak için ormansız alanlarda hızlı yetişen türler ile “ağaç tarımı” dediğimiz endüstriyel plantasyonunu da başlattık.
Su sancısı ‘geliyorum’ diyordu
● 2010 yılında sizinle Macahel’e giderken Deriner Barajı şantiyesine uğramış, bölgedeki barajlarla ilgili bir sunum izlemiştik. Şantiyeden çıktıktan sonra Macahel’e doğru yol alırken yapımı süren ve planlanan HES’lerin Karadeniz’de doğaya etkisini konuşmuştuk. Siz, “Türkiye’nin suyunun biriktirmesi gerekiyor. Suyu biriktirmenin yolu da barajlardan geçiyor” demiştiniz. Barajlar için yer seçimlerinin doğru yapılması konusunda uyarılarda bulunmuştunuz. Geçen 11 yılda Türkiye suyunu biriktirme konusunda ne kadar yol alabildi? Bu yöndeki adımları doğru atabildi mi?
Dünyamızda su olmadan yaşayan ne bitkisel ne de hayvansal canlı yok. Hatta havasız yaşayan bakteri bile susuz yaşayamaz! Bu derece yaşam için elzem olan su sancısı “geliyorum” diyordu. Sular denizlere akıp kaybolurken barajlarda su toplayarak biriktirme çarelerden biri oldu. Her türlü su ihtiyacı için uzak mesafelerden de olsa su nakletme de gerekiyordu. Her ne kadar baraj bölgelerinde kısmen iklim değişikliği, flora ve faunanın etkilenmesi ile doğa üzerinde bir baskı yaratılsa da hayati önemi olan su için buna katlanılması gerekir diye düşündük.
Ayrıca temiz enerji üreterek de doğaya hizmet ediliyordu. Hatta orman yangınlarında su ihtiyacı için yakın mesafelerde göletler oluşuyordu. Bu düşüncelerle çok sayıda baraj yapılmasına TEMA prensip itibari ile karşı olmadı ama HES kapsamında doğaya zarar verme göz ardı edilerek her dereden istifade doğru değildi, birçoğuna karşı çıkıldı.
● Küresel ısınmayla birlikte kuraklık birçok ilimizi vurdu. Türkiye’de hızlı bir çölleşme tehlikesi söz konusu olur mu? Böyle bir tehlike varsa hükümet, sivil toplum örgütleri, iş dünyası buna karşı neler yapmalı ve yapabilir?
Küresel ısınma neticesinde yaşanan kuraklık karşısında hiç şüphesiz su tasarrufu başta gelen tedbir. Bu hususta TEMA olarak da alınan tedbirlerin destekçisi olduk, İstanbul Büyükşehir Belediyesi işbirliği ile uyguladığımız “Suyunu boşa harcama” projesi çok verimli ve başarılı oldu. Tarımda vahşi sulamaya karşı olduk. Su tasarrufu tedbirlerini destekledik. Yağmur sularının biriktirilmesi için su sarnıçları çok önem kazanmış oldu. Tüm halk nezdinde yapılması gereken bilinçlendirme seferberliği kadar, çalışmaları suyun yoğun tüketildiği alanlara odaklamak da sonuca etki etme potansiyeli açısından dikkat edilmesi gereken bir husus.
Örneğin, ülkemizde su tüketiminin yüzde 60 ila 70’i, tarımda “vahşi sulama” dediğimiz, bitki yerine geniş anlamda toprağın sulanmasında meydana geliyor. Burada devlet ve özel sektör tarım kuruluşlarının özellikle açık tarlada damlama sulama sistemleri gibi konularda çiftçileri bilinçlendirmesi, baştaki yatırım maliyetlerini finansal açıdan da teşvik etmesi büyük önem taşıyor.
Servi, zakkum ve akasya yangına daha dayanıklı
● Son dönemlerde can kaybına da yol açan toplumun ciğerini yakan orman yangınlarındaki artış, bir ara gündeme getirdiğiniz ağaç türleriyle ilgili önerilerinizi akla getirdi. Farklı ağaç türlerinin orman yangınlarında yavaşlatıcı etkisi söz konusu olabiliyor mu?
Yanmakta olan yaşlı, doğal ormanlar biyolojik çeşitliliğin önemli kısmını yaşatmakta. Ekosistemi dengede tutan bu doğal varlığın kaybı ile iklim değişikliği ve doğal afetler tetikleniyor. Akdeniz ve Ege bölgemizdeki ormanlar, o iklime uyumlu, hızlı yetişen ama tutuşmaya çok müsait reçineli, iğne yapraklı kızıl çam ile kaplı. Yanan alanları ağaçlandırırken servi, zakkum ve akasya gibi yanmaya dayanıklı ama doğanın kabul edeceği türlere yer verilmesini ve bunlardan koruma şeritleri oluşturulmasını Orman Bakanlığı’nın tecrübeli teşkilatı uygulamaya çalışıyor. Yanan orman alanlarının yeniden ağaçlandırılması için fidan bağış kampanyamız çok büyük destek ve geniş tabanlı katılım gördü. TEMA olarak ağaçlandırmalarımızı her zamanki gibi yer tahsis eden ve fidanların dikilmesi, bakımı ile korunmasını üstlenen Orman Bakanlığı teşkilatı vasıtası ile yapıyoruz. Bu şekilde ağaçlandırdığımız bu alanları 3 yıl boyunca senede iki defa kontrol ederek başarı oranları hakkında bağışçılarımızı bilgilendiriyoruz.
Kızılay’dan sonra ‘en çok güvenilen’ler arasına girdik
● TEMA, geçen 29 yılda hedeflerine ne kadar ulaşabildi? Ne kadar yol alabildi? Gelinen noktadan memnun musunuz? TEMA yolculuğunda önünüze çıkan engeller mi daha fazlaydı? Destekler mi daha ağır basıyor? TEMA, çevre konusunda yeteri kadar toplumsal bilinç oluşturabildi mi?
Doğa ile barış, ağaç sevgi ve tutkusunu, bilincini her yaştan insanımıza aşıladık. Her yaşta 1 milyon sayıya yaklaşan yavru TEMA’dan, mezun TEMA’ya kadar, gönüllüler teşkilatı oluşturduk. Vakfımız Kızılay’dan sonra en çok güvenilen, bilinen sivil toplum kuruluşları arasında yer aldı. Bazı yabancı ülkelerde temsilcilerimiz oldu, parlamentolarından ilgi ve itibar gördük. Birleşmiş Milletlere akredite olduk. Çok kısa böyle özetlenebilir. Engeller olmadı mı? Oldu. Örneğin fidan bağışı kampanyamızın bilfiil alanlarda uygulamasını Orman Bakanlığı Teşkilatı ile yapmamız çok gerekli olduğu halde karşı çıkanlar oldu. Ama genel olarak TEMA halkımızdan büyük destek gördü.
Çevreyi korurken, büyümeden fedakarlık kaçınılmaz olacak
● Ekonomik büyüme ile çevre arasındaki ilişkiye nasıl bakmak lazım? Çevreyi korumayı ön planda tutarak ekonomik büyüme sağlamak ne düzeyde mümkün olabilir?
Ekonomik büyümeden, şüphesiz çevreyi korurken fedakârlık kaçınılmaz olacak. Ekonomik büyüme arzu ediliyor ama “nereye kadar?” diye de sorgulamak gerekiyor. Bunun bir sınırı olmalı. Bu sınır doğanın rahatsız olduğu yerde başlıyor. Diğer taraftan yoksulluğun da doğada baskı yaratacağını biliyoruz ayrıca daha iyi yaşamak istiyoruz. O halde bütün canlılar için elzem olan doğayı üzmeden yol almalıyız.
1 milyon dolarlık ‘yangın uçağı’ kampanyası yaptık
● TEMA, yangın söndürme uçağı konusunda bir kampanya da düzenlemişti? O kampanya nasıl gelişti? Nasıl sonuçlandı? Projenin devam etmesi konusunda daha sonra adımlar atılabildi mi? Neden devam ettirilemedi?
TEMA orman yangınlarından daima çok endişeliydi. Hatta yangın söndüren uçak filomuza bir katkı teşebbüsümüz de olmuştu. 1998 yılında Deniz Kuvvetlerimizin hizmet dışına çıkardığı 15 adet karakol uçağından birini örnek olarak yangın söndürme uçağına dönüştürme girişimi oldu. Proje dört kuruluş tarafından ele alındı. Orman Bakanlığı mülkiyetine alınan uçağın tadil, teçhiz ve bakım işlerini TUSAŞ Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TAİ), şirketi üstlendi, finansmanı da TEMA’nın 1 milyon dolar hedefli bağış kampanyası temin etti. Uçağın işletmesini de Anadolu Üniversitesi Sivil Havacılık Okulu ele aldı. Yapım işleri ve uçuş testleri tamamlandıktan sonra TEMA adı verilen uçağın ilk görevi TÜPRAŞ ve Antalya orman yangınında başarı ile gerçekleşti. Ama örnek olması ümidiyle başlayan proje ne yazık ki devam edemedi.
Fiyatlar, teşvikler ve vergiler çevre lehine düzenlenmeli
● The Economist Dergisi’nde yayınlanan bir makalede “Küresel ısınmaya uyum sağlamaktan başka çare kalmadı” görüşü yer aldı. Yani, bu süreci kabullenip alışmaya çalışmak gerektiği gibi bir durum söz konusu. 29 yıl önce TEMA’yı kurmuş olma vizyonunuzla yaklaşırsanız gerçekten de başka çare kalmadı mı? Küresel ısınmaya “uyum sağlamak” için neler yapmak gerekiyor?
Küresel ısınmaya uyum sağlamak gayreti hep olacak ama doğa ile barışma esas olmalı. Bir yeşil çağa gerek var. Bu da tarım ve sanayi çağlarında olduğu gibi birkaç asır da değil, birkaç on yılda oluşmalı. Ekonominin yeniden yapılanmasında, fiyatlar, teşvikler ve vergiler çevre lehine yeniden düzenlenmeli. Maliyetler sosyal zararları da içermeli. Ekolojiyi merkeze alan ‘eko-ekonomi’ konsepti esas alınmalı. Üreticiler doğal varlıkları verimli kullanmalı, çevre dostu enerjiyi, çevre dostu üretimi benimseyip seçmeli ve atıklarını geri kazanmayı ihmal etmemeli. Tüketicilere gelince, çılgın tüketim ve israftan vazgeçmeli. Bir ürünü kullanır ve tüketirken çevre dostluğunu sorgulamalı. Küresel ısınmaya uyum sağlarken bu hususlar ve “doğa ile barış” konsepti esas alınmalı.
Gelişmiş ülkeler çevre için daha fazla maliyete katlanmalı
● Yeşil Ekonomiye ve çevreye hassasiyet gelişmekte olan ülkelerin aleyhine işleyebilir mi? Gelişmekte olan ülkeler, gelişmişlere, “Biz de gelişelim, sonra çevre sorunlarına bakarız” derse, bu yaklaşımda haklılık görülebilir mi? Zengin ve gelişmiş ülkeler çevre anlaşmalarıyla gündeme gelen maliyetlere daha mı fazla katlanmalı?
Yeşil Ekonomiye ve çevreye hassasiyet gelişmekte olan ülkeler için bir handikap ama “Biz gelişelim sonra çevre sorunlarına bakarız” diyemezler. Çünkü bu tutum “doğa ile çatışma” demektir. Doğanın her zaman galip geleceğini unutmayalım. Zengin ve gelişmiş olan ülkeler beklenen maliyetlere gelişmekte olan ülkelerden daha fazla katlanmalı. Böyle bir düzenleme kolay değil ama şart.
Türkiye, çevre taahhütlerinde bazı kolaylıklar isteyebilir
● AB’nin Yeşil Mutabakat ve Sanayi 5.0 Stratejisi, ABD’nin “Yeni Yeşil Mutabakatı”, Çin’in 2060 yılına dönük “sıfır atık-karbon nötr” taahhütleri, dünya ekonomik toparlanma eksenini bu yöne doğru kaydırır mı? Türkiye bu konuda ne yapmalı?
Dünyada doğru yolda adımlar atma gayreti içerisinde ortak geleceğimiz için teminat olan küresel çapta bir çağrı yapılıyor. Tüm ülke ve kurumların bu “doğa ile barış” yolunda, ortak amaç etrafında kenetlenerek kademeli regülasyon, sürekli denetim ve hızlı değişim yapması bekleniyor. Bu gayretlerin başarısı için ekonomisinin yetmediği ülkeler teşvik edilmeli, desteklenmeli, uluslararası finansal kurumlar tarafından fonlanmalıdır. Türkiye gelişmekte olan ülke olarak gelişmiş ülkelerden çevre ile ilgili taahhütlerinde bazı kolaylıklar isteyebilir. Dünyamızda ekosistemin bozulması, iklim değişikliği ve artan doğal afetler artık yaşantımızın parçası oldu. Ülkemizin de yalnız ekonomik kaygıların ötesine geçip sürdürülebilir yarınlara daha fazla odaklanan ülkeler arasında görmek istiyoruz. Bu zor günleri yaşayan halkımızın, doğaya dost olmayı ihmal etmeyerek, yaşamı iyileştirme kadar, çevreyi koruma yönünde talepkâr olması yöneticilerin işini kolaylaştıracaktır. Aksi takdirde bütün canlıların sonu gelebilir.