ETHEM ARI, Türkiye’de Köy Enstitüleri / FAY KİRBY
ETHEM ARI
ORTAK AKIL: FAY KİRBY
Fay Kirby, 1926’da Amerika’da doğmuş, yüksek öğrenimini Cornell ve Columbia Üniversitelerinde tamamlamıştır. Kirby, 1947-1950 yılları arasında Türkiye’de öğretmenlik yapmış ve 1951’de tekrar geldiği ülkemizde 1954 yılına kadar kalarak Köy Enstitüleri’ni incelemiştir.
Bu inceleme esnasında Türkiye’nin neredeyse tüm illerini dolaşan Kirby, 1954’te elinizdeki çalışmaya esas oluşturan ve özgün adı “The Village Institute Movement of Turkey: An Educational Mobilization for Social Change” olan doktora tezini tamamlamıştır. Kirby, 1962 yılından sonra Türkiye’ye yerleşmiş, İzmir dolaylarında bir tarım işletmesi kurmuş ve burayı çalıştırmış daha sonra da Ankara’ya yerleşmiştir. Bundan sonra yaşamını İngilizce dersleri vererek sürdüren Kirby, 1990 yılında Ankara’da yaşamını yitirmiştir.
“Tezde varılmış sonuçlardan anlaşılacağı gibi bir eğitim hareketi olarak Köy Enstitüleri’nin toplumsal gelişim ve değişim sürecini hızlandırmaktaki etkinliğinin evrensel boyutlarını kavrayan, kendi deyimi ile ‘dünya ölçüsündeki değerini anlayan’, bunu bilimsel yöntemlerle irdeleyip değerlendiren, bu alanda bugün bile aşılamamış en kapsamlı ve özgün araştırmayı yapan ilk eğitbilimci sayın Fay Kirby’dir. Bu nedenle Köy Enstitülüler kendisine teşekkür borçludur.”
Engin Tonguç
***
Bu incelemenin amaçlarından birisi, her tâyin olunan Milli Eğitim Bakanına ve her iktidara gelen hükümete göre değişecek eğitim siyasetleri yerine, Türkiye’nin kendi eğitim tarihinde kendi eliyle denediği ve bulduğu sağlam temellere dayanarak kurulacak bir eğitim sistemini izleyerek 1946’da bırakılan yerden başlayıp, daha ilerilere gitmek gerektiğini göstermektir. Dünyanın aynı çaba içindeki diğer bütün ulusları, o zaman gözlerini Türkiye’ye çevireceklerdir (Önsöz)”
***
Eğitim bütçeleri ve ekonomik koşulları:
Cumhuriyet devrinin eğitim reformcuları için, finansal durum eskisine baka bir yandan parlak, bir yandan karanlık bir manzara gösteriyordu. Bir yandan savaşlar, zaten perişan bir halde bulunan köylüyü daha da sefil bir hale getirmişti. Yüz binlerce genç köylünün savaşlarda yok olması, ziraî ekonominin kendine gelmesini uzun müddet alıkoydu. Hızlı bir ulusal kalkınma için gerekli olan modern teşekküller ve araçlar imha ve ihmal yüzünden ya kullanılamaz bir halde veya büyük masraflarla tamir ihtiyacında idiler. Lozan Antlaşması gereğince devlet, birtakım uluslararası sorumlulukları yerine getirmek zorunda idi. Bunlar bütün kaynakların ulusal gelişmeye harcamasını engelliyordu. Yabancı sermaye bulma işinde
Türkiye kendini Avrupa’nın, savaştan zarar görmüş uluslarıyla harbin yarattığı yeni uluslar ta rafından rekabet halinde buluyordu. “Az gelişmiş’’ memleketlerin, çoğu ise hala sömürge halinde olduğundan, yatırım sermayeleri oralara dönüyordu. Diğer taraftan yeni devrin eğitimcilerinin lehine olan taraflar vardı. Yeni Türk devleti, eğitim için paranın lüzum ve önemini kavramış bir devletti. Son kırk yıl içinde belki Sovyetler Birliği dışında, dünyanın hiçbir yerinde eğitimciler, bir ulusa rehberlik etmek fırsatına, Atatürk Türkiye’sinde olduğu kadar kavuşamamışlardır. O devri incelemiş olan bir Amerikalı yazar şöyle diyor: “Osmanlı devrinden miras kalan Düyunu Umumiye ödemesi, Millî Müdafaa ve Nafia tahsisatı dışında, milli bütçede en büyük yeri alan Millî Eğitim Bütçesidir.”(1) Bundan başka Millî Eğitim bütçesinin her kifayetsiz gelişinde Büyük Millet Meclisi ek tahsisat vermekten çekinmemiştir. Bakanlığın kendisine verilen bütün tahsisatı tamamıyla yerine harcamadığı söylenebilirse de bu da ekonomik gerçeklerin gereği olmuştur. İşin yapılıp yapılmadığı iddia ile değil, başarı ile belli olur ve bunu tayin eden ölçüde, işi Türkiye kaynaklarının hudutları içinde yapmadadır. Çünkü, yabancı yardımına dayanan ve temel sosyal müesseselerinin geleceğini sadakaya bağlayan hiçbir ulus, bağımsız bir ulus olduğunu iddia edemez. (1-Donald E. Webster, The Turkey of Atatürk, Phuarîelphia, 1939. S. 217., 30) (1.29,30).”
***
İnönü’nün açıklamaları bugün dikkatle İncelenmeğe değer; ancak biz sâdece iki noktası üzerinde duracağız. En önemli olanı, şimdiye kadar köy okulları hakkında uygulanan usullerin şehir okulları ve şehir eğitimi işlerine de uygulanacağı fikridir. Bu, mühlet ölçüsünde bir dâvada şehirlerin kendilerine düşen sorumlulukların dışında bırakılmayacağı yolunda en yüksek siyasî otoriteden gelen en son belirti olmuştur. Yeni bir görüşle bütün ulus eğitiminin ele alınacağı ve artık köylünün ayrı bir vatandaş sınıfı gibi sayılması devrinin sona ermek üzere olduğu görülüyor. Fakat bu yolda gerekli olan kanunlar, parti içindeki boğuşmalar yüzünden asla meydana çıkmadı. Köy kanununun ve 3803 sayılı kanunla 4274 sayılı kanunun köylüye yüklediği eğitim yüklerini şehirlinin de yüklenmesi fikri, şehirlerde Kemalizm’i tutan aydınların ve serbest meslek sahiplerinin aklına bile gelmedi. Gerçekte bu kanunların ifade ettiği yeniliğe karşı ayaklananlar sâdece gericiler veya “35’ler” olmadı, Halk Partisine demokrasi adına saldıran doktorlar, avukatlar ve gazeteciler de İnönü’nün açıklamasındaki fikre karşı sağır kaldılar. 308 İnönü’nün ikinci fikri, rasyonel ve sebatli iş yapma üzerinde durmasında kendini gösterir. Teşkilât kanununun olumlu görüşü ile uygunluk halinde olarak Cumhurbaşkanı Vilâyet makamlarının karşılaştığı güçlükleri takdir ediyor ve başarılı iş görenlerin tanındığı ve belirlendiğini kaydediyor. Fakat bu güçlükleri yenmek için geceli gündüzlü, çalışmamış olanların da bilineceğini ve halk tarafından bilinmesi gerektiğini anlatıyor. 1944 de bu sözlerin ancak Enstitülerle karşılaşmış
olanlarca bir değeri vardı. Mayıs 1945’den önce bu sözlerin anlamı yalnız idare makamlarına değil, Büyük Millet Meclisi azalarına kadar girmiş bulunuyordu. Devletle halk arasındaki boşluğun doldurulduğunu arada geçen iki yıl ispat etmiş oluyordu* Birçok kimseler, halkın politikada söz sahibi haline gelmesinin ancak Demokrat Partinin kurulmasından sonra gerçekleştiği kanaatindedirler. Bunun yanlışlığı meydandadır. Hükümet ve politikacılar tarafından halka yaklaşmaya doğru asıl hareket bu kanunun uygulanması vesilesiyle başlamıştır. Bu, daha sonraki çok parti gürültüleri devrindekinden bambaşka özellikte olan bir hareketti; ve Kemalizm’in anlamındaki “halk idaresi” görüşünün haklılığını gösterecek tarafları vardı (1.308,309).”
***
İncelememiz bize göstermiştir ki Köy Enstitüleri, Türkiye’nin 19. yüzyılın ilk yansından beri giriştiği modern uygarlık davası yolunda yaptığı savaşlar içinde, en büyük davalardan biri olan eğitim davasının en verimli, en makul, en ekonomik ve en orijinal çözümlenmesi olarak meydana gelmiştir. Kısa hayatı yüzünden verdiği sonuçlarla Köy Enstitüleri hareketi, Türkiye’nin köy eğitimi davasının “her köye bir okul, her okula bir öğretmen” gibi dar çerçeveli bir, görüşten çok daha geniş bir görüş içinde modem bir ulus yaratmak amacını gerçekleştirmenin yolu olduğunu göstermiştir. Onun temelinde yepyeni bir eğitim görüşü vardı ve bütün yapılanlar ancak bu görüşün çerçevesi içinde anlam taşıyordu. Büyük zorluklar içinde yürütüldüğü halde olumlu başarılar vermesi, görüşün doğruluğunu göstermiştir. Türkiye harp sonunda yeni bir derleme safhasına geçerken bu görüşü yalnız köy eğitiminin değil, bütün Türk eğitiminin temeli yapmak en doğru yol olacaktı. Bu tezin doğruluğunun en kuvvetli delili, Köy Enstitüleri hareketini yıkanların Türk eğitimini daha ileriye götürecek başka yollar bildikleri iddiaları ile harekete geçtikleri zaman yalnız Köy Enstitülerinin başarılarım değil, bütün Türk eğitimini de baltalamış olmalarıdır. 1950-1960 arasında Türk eğitiminin ne kadar gerilediği, Demokratların rejiminin yıkılışından önce bile artık herkesin bildiği bir gerçek haline gelmiştir. Doğrudan doğruya konumuza girmemekle beraber, eğitime yeni bir şekil verme yolunda yapılan son bir teşebbüsü, harcanan boşuna gayretlere bir misal olmak üzere, kısaca tartışmak faydalı olacaktır. 1957 yılında M. Eğitim Bakanlığı, Amerikalı uzmanların tavsiyesine uyarak, Ford tesisinin yardımıyla Türkiye’nin eğitim problemlerinin bir heyet tarafından incelenmesi fikrini kabul etti. Bu, İleri’nin (Ahmet Tevfik) bakan bulunmadığı bir zamanda alınmış bir karardı. Aşağıda anlatacağımız şekilde hazırlanan rapor Bakanlığa sunulduğu zaman İleri M. Eğitim vekili olmuştu. 1959 ortalarında bu raporu gizlediği meydana çıkan ve bu yüzden basının hücumuna uğrayan ileri, Köy Enstitülerini yıkanın kendisi olmadığı yolunda savunmalarda bulunmak zorunda kaldığı gibi, Türk eğitiminin durumunun iyi olmadığını itiraf ediyor, fakat doğru yolun hangisi olduğunu bulmanın zorluğunu ileri sürüyordu. Eğitim bakanı olarak iflâsını kendi ağzı ile itiraf eden İleri’den sonra bakan olan ve eğitim işleriyle herhangi bir ilgisi olduğu kimsece malûm olmayan Benderlioğlu adlı politikacı, mensup olduğu rejimin bu iflâsını örtmek amacıyla raporun uygulanacağını bildirerek durumu yatıştırmaya çalıştı. (Vatan, 29 Kasım, 1959. 380) Daha sonra bir kitap halinde yayınlanmış olan bu raporun, Köy Enstitüleri hareketinin dayandığı eğitim görüşünden ne kadar gerilere doğru gidildiğini göstermesi bakımından üzerinde durulmağa değer (1.380).”
***
“Türkiye’nin eğitim problemlerinin bir çözümü olarak Köy Enstitüleri fikrinin hiçbir yabancı eğitim düşünürüne bir borçluluğu yoktur ve Tonguç’u şuna veya buna benzetmek onun büyüklüğüne hiçbir şey katmaz. Batı’nın büyük eğitim düşünürlerinin başarıları, eğitim alanında yeni bir buluş veya önem bakımından pek fazla ömrü olmayan ufak bir deney yapmış olmak hududundan öteye geçmemiştir. Tonguç, hem de birinci sınıf önemde olmak üzere bir değil, birçok buluşu olan bir eğitimcidir ve yaptığı işler, çok daha meşhur eğitimcilerin yaptıklarının dayanamayacağı kadar sert bir imtihandan geçmiştir. Onun eğitimdeki başarıları yanında en meşhurların tutundurabildikleri çocuk oyuncağı gibi kalır (1.82).”
***
“Bugünkü şartlar içerisinde, Kemalizm devrimciliğine dönerek güvenle yürümek için, eğitim işlerini yönetecek olanların çok daha fazla gerçekçi olmaları, halkın da gerçekleri eskisinden daha iyi kavraması gereklidir. Bu incelemede görüleceği gibi, Kemalizm’i benimsemiş görünen birçok kimselerin gösterdikleri kararsızlık, korkaklık veya kendi çıkarını koruma eğilimleri, Türk olan her şeyin en Türkü, yerli olan her şeyin en yerlisi bir eseri, kökü dışarıda ve toplum yıkıcısı olarak gösteren hilebazlara müthiş kolaylık hazırlamış, buna birçok vatandaşların gözü bağlı, inanmalarına sebep olmuştur. Bu hallerin gelecekte yine görülmeyeceğini garanti edecek hiçbir şey yoktur. Geçmişin tecrübelerine bakarak, bu çeşit teşebbüslere karşı uyanık olmak, yalnız Türk eğitiminin önderlerinin değil, Türk ulusunun ve devletinin bağımsız yaşaması ve yükselmesi ülküsüne bağlanmış olan her insanın, ödevidir (Önsöz).”
***
Günümüzde bazı insanlar dünyanın yuvarlak olduğuna ve döndüğüne inanmıyorlar. Çünkü akılları almıyor. Bazı insanlar da görecelilik kavramına, Mars’ta koloni kurulabileceğine inanıyorlar. Çünkü akılları olabilirliğini kavrıyor.
Dünyanın gördüğü üç büyük devrimden biri olan 1923 Türk Devriminin değerini Bilge Önder Atatürk’ün silah arkadaşları, ardılı Türk aydınları anlayamamışlar. Bunun gibi Atatürk devrimlerinin aydınlığında kurulan Köy Enstitüleri ile kurucuları Yücel ve Tonguç’un da değerlerinin anlaşılmadığını düşünüyorum. İnsan, değerini bildiği değeri sahiplenir. Elin Amerikalısı Fay Kirby, kalkıp geliyor, enstitülerini her yönüyle araştırma dersi verir gibi didik didik edip önümüze koymuş. Aradan yıllar geçmiş. Dünya ölçeğinin üstündeki değerlerimizi gereği gibi anlayan çok az. Elde avuçta olanları ölümle-zulümle alan dışına attılar. Aydınların aydınlatamadığı halk esen yele göre yelken açıyor.
Kaynakça:
Fay KİRBY, Türkiye’de Köy Enstitüleri, Rüzgârlı Matbaa, 1962 Ankara