Tanrı’dan bitkilere tebligat: Yiyin birbirinizi! – Berna Abik
Orman bir savaş alanı, ormanın zemini ise savaşın en çetin geçtiği yer; çünkü buraya güneş ışığının sadece yüzde 2’si damlıyor
Birkaç sene önce -bir yaz mevsiminde- Burgazada’da evi olan bir arkadaşım, tatile gittiğinde bahçesindeki çiçeklerini sulayıp sulayamayacağımı sordu. Sularım elbet. Ben de mis gibi bir Burgazada tatili yapmış olurum.
Deniz karşımda; gün batıyor, ay çıkıyor sonra gün tekrar doğuyor, martılar çığlık çığlığa… Ada ile aramızdaki romantizm doruklarda… Denize gidiyorum, geliyorum, çiçekleri suluyorum… Her şey yolunda. Arkadaşımın güney sahillerindeki tatili bitince, benim de Burgazada tatilim sona erdi. Evi kapayıp, anahtarı paspasın altına bırakıp İstanbul’a döndüm.
Ertesi gün telefon çaldı; çiçeklere yarenlik ettiğim için tebrik telefonu alacağımı düşünerek büyük bir gururla “Alo” dememle “E bu çiçekler ölmüş” serzenişini duymam bir oldu. Meğer yaz vakti güneş altında çiçek sulanmazmış; yanarmış, ölürmüş. Bilmiyordum…
Instagram’da bitkilerle dekore edilmiş evleri gördükçe içimi bir acı kaplaması bundandır. İç mekân bitki çılgınlığı denilen bir hadise de var çünkü artık. T24 Haftalık yazarlarından Zeynep Yıldırım’ın bu konuya dair yazısı gerçekten ilginç; #PlantTikTok hashtag’inin yalnızca TikTok’ta 3.8 milyar görüntüye sahip olduğu, Instagram’da #succulent hashtag’inin 12.7 milyondan fazla, #plants hashtag’inin de 46.9 milyondan fazla gönderiye sahip olduğu görülüyormuş.
Ceset çiçeği: Dünya’nın en kötü kokulu bitkilerinden biridir. Kötü kokulu olması nedeniyle ‘Leş çiçeği’ de deniyor.
Ya ya ye Cocodema ya ya ye
İlk taksirli cinayetimden sonra aradan birkaç yıl geçti… 17 Ocak saat 19.24’te Omikron’un tadına ben de baktım ve Covirgin’liğe veda edip, Co-Millî olduğumu (İki Sinovac, üç Biontech) öğrendim. Bu sırada telefon çaldı; BBC Earth’ün bugün (23 Ocak Pazar) saat 20.00’de yayına girecek belgeseli ‘Yeşil Gezegen / The Green Planet’ için zoom üzerinden gerçekleşecek bir lansman daveti aldım.
“Olur tabii, katılırım. Covid sebebiyle karantinadayım nasılsa, evdeyim.”
“O zaman size bir gün öncesinde bir Pink Quill Cocodema (Pembe hava çiçeği) kiti göndereceğiz; içinde toprağı, yosunu ve ipleri var, zoom’da beraber dikimini yapacağız” dediler.
Hayat gerçekten tesadüflerle dolu; yıllarca kaçtığım maktul beni en zayıf anımda covid virüsü ile yakalamıştı. Zoom günü geldi çattı. Metin Uca’nın sunumuyla zoom lansmanında Pelin Batu, Yılmaz Erdoğan, Ayşe Tolga, Bünyamin Sürmeli gibi katılımcılarla hepimiz cocodema’larımızı yapmaya başladık.
Yılmaz Erdoğan ve Pelin Batu ‘Cocodema Atölyesi’nde.
Benimki yeni bir kriminal olaya karışma korkusundan dolayı olsa gerek, daha çok ananasa benzedi. Neyse, bu sefer ona gözüm gibi bakacağım…
Olması gereken ve benim yaptığım.
Işık savaşları
Sadece bitki süslemesi yapmadık elbette. Sunuculuğunu ünlü belgeselci Sir David Attenborough’un üstlendiği ‘Yeşil Gezegen / The Green Planet’in ilk bölümünü de izledik. Yeşil Gezegen’; Sir David’in ABD’den Kosta Rika’ya, Hırvatistan’dan Kuzey Avrupa’ya, kısacası dünyanın dört bir yanına gittiği seyahatlerden oluşuyor. Belgesel, evimizde baktığımız bu sessiz canlıların aslında yeri geldiğinde ne kadar vahşi, ne kadar beka mücadelesi içinde olabileceklerini gösteriyor. İlgimi çeken bilgilerden ufak bir potpuri huzurlarınızda…
Sir David Attenborough
Tropikal bölgelerde bitkilerin her biri hayatta kalabilmek için kendine özel mükemmel çözümler buluyor. Orman bir savaş alanı, ormanın zemini ise savaşın en çetin geçtiği yer. Çünkü buraya güneş ışığının sadece yüzde 2’si düşüyor.
Yaşlı bir ağaç devrilince bir fırsat doğuyor. Belki de yüz yıl sonra orman zeminine ilk defa güneş ışığı gelmiş olabileceği söyleniyor ve yerin altındaki fide toprak üstüne çıkıyor. Fide, güneş ışığı için gökyüzüne ulaşmaya çalışıyor ama yalnız değil. Rekabet etmesi gereken çok fazla birey var. Büyük yapraklı deve tabanı bu savaşı önde götürüyor gibi görünse de arka kulvardan gelen sarmaşık, deve tabanının yapraklarını adeta ‘boğarak’ bir basamak üste çıkmayı başarıyor.
Dekatlon henüz bitmedi. Sarmaşığın önünde bu sefer de çok hızlı büyüyen Balsa ağacı var. Sarmaşık, deve tabanındaki kadar şanslı olmayacak. Çünkü Balsa ağacının yaprakları kaygan tüylerle kaplı bir kalkanla korunuyor ve sarmaşığın kancaları bu yapraklara tutunamıyor. Balsa şimdilik önde görünüyor…
Yürüyen yapraklar
Bigsa gibi ağaçlar ise yerin beş metre altından günde 50 bin yaprak tüketen birini hesaba katmak zorunda. Luko Agaricus; o bir mantar, yeraltı mantarı. Bu mantar, yapraklara ulaşmak için tropik bölgedeki en iyi yaprak toplayıcıyı kullanıyor; yaprak kesen karınca!
Yaprak kesen karınca
Milyonlarca karınca bu mantara yiyecek sağlıyor. Bunun karşılığında da mantar, karıncalara yiyecek olarak minik mantarlar yetiştiriyor. Mantar, adeta yemeksepeti’nden bir tıkla sipariş verebilmek için kimyasal sinyallerle karıncalara ne tür bir yaprak istediğini söylüyor.
Karıncalar siparişin gecikmesi durumunda ücret iptali olmaması ve doğru tür yaprağı bulabilmek için hızlıca yüzlerce metre yol kat ediyor, yaprakları yeraltı mantarına geri taşıyor. Bu karıncalar kendi ağırlıklarının 10 katı yük taşıyabiliyor ve dakikada iki metre mesafe gidebiliyor.
Her saat binlerce parça mantara ulaştırılıyor, mantar da hızla büyümeye devam ediyor. Böyle giderse Bigsa ağacı hayatta kalamayacak. Bu sefer kimyasal silah kullanma sırası Bigsa da. Bigsa, yapraklarında mantarı öldürebilecek zehirler salgılamaya başlıyor. Karıncalar mantara yemek götürdüğünde, ağaç adına mantarı zehirlemiş oluyor.
Zayıflığın kokusunu herkes alır. Karıncalar da bu zayıflığı hissettiklerinde Bigsa’dan uzaklaşıp, başka ağaçlara doğru yöneliyor. Burada her gün bir taarruz ve bozgun… Döngü böyle sürüyor.
Değişime en çok adapte olabilendir hayatta kalan! Belgeselde bilgiler kadar etkileyici olan başka bir şey de görüntüler elbette. Bu görüntüleri elde edebilmek için yeni bir kamera teknolojisinden faydalanmışlar. Serinin gelişmiş çekim teknolojisinin altını çizen Uygulayıcı Yapımcı Mike Gunton, “Bitkiler, insanlar ve hayvanlardan farklı bir zaman diliminde yaşıyor. Bu zaman farkını ve bitkilerin gözünden gezegenimizi ekranlara yansıtmak için birtakım teknolojilerden faydalanmamız gerekiyordu. ‘Yeşil Gezegen’de robotik teknolojilerin yardımıyla özel bir bakış açısı yakaladık.” diyor.
Charles Darwin, 200 yıl önce tropik dünyayı keşfederken defterine şu sözleri not almış: “Aklımı derinden etkileyen sahneler arasında hiçbiri; insan eliyle bozulmamış, yüce el değmemiş ormanların önüne geçemeyecektir.” Görüntüler o kadar etkileyici işte…
Belgeselin yayına giriş tarihi (23 Ocak), benim covid karantinamın son gününe geliyor. Yine aynı Darwin’e atfedilen ve gerçekten bu lafı onun söyleyip söylemediğinden tam emin olunamayan şu söz Covid-19 salgınında gelmiş olduğumuz noktaya, doğaya ve virüse çok uygun bence:
“Ne en güçlü olan tür hayatta kalır, ne de en zeki olan… Değişime en çok adapte olabilendir hayatta kalan!”