Yeşil dönüşümün vaatleri ve yalanları
Oğuz Türkyılmaz
Günümüz dünyasında, bir yanda, dünyanın kaynakları ve doğanın varlıkları, kapitalizmin körüklediği çılgın bir tempo ile ve fütursuzca, toplumsal yaşam gereklerinin çok üzerinde tüketilmekte. Diğer yanda, hâlâ 3 milyar insanın evinde ellerini yıkayacağı bir lavabo, 2.7 milyar insanın yemek pişirmek için düzenli bir mutfağı bulunmamakta; sekiz yüz milyon kadar insan elektrikten yararlanamamaktadır. Ayrıca, gelişmiş ülkelerde yaşayanlar da dâhil; çok sayıda insan, alım güçlerinin yetersizliği nedeniyle mevcut imkânlara ulaşmakta zorluk çekmekte, ödeyemedikleri yüksek elektrik ve doğalgaz faturaları nedeniyle karanlık ve soğuk bir yaşama mahkûm olmaktadır.
Sanayi devriminden bu yana, kapitalist sistemin kâr hırsı ile yürüttüğü doğayı hiçe sayan politikaların ve çok fazla artan fosil yakıt tüketiminin neden olduğu sera gazları ve çeşitli kirleticiler, küresel ısınmayı, hava ve çevre kirliliğini hızla artırmıştır ve artırmaya devam da etmektedir.
İKLİM SORUNSALI ÇOK BOYUTLU VE KARMAŞIK
Prof. Dr. Nesrin Algan ve Prof. Dr. Aykut Çoban’ın saptamalarından hareketle söyleyeyim. İklim sorunsalı, kapsamı, nedenleri ve sonuçlarıyla ideolojik, iktisadi, sınıfsal, siyasal bir sorundur ve bu özelliklerinden dolayı zaman, mekân ve ölçek boyutları vardır. Sorunun çözümü için bütün bu düzlemler ve ölçekler arasında etkileşim kuran ve geleceğe ertelenmemiş siyasi ve toplumsal bir mücadeleye ihtiyaç vardır. İklimle ilgili sorun yumağı, iktisadi, toplumsal ve tarihsel eşitsizlikleri artırdığı gibi, dezavantajlı kesimlere, yoksul ülkelere, geri kalmış bölgelere, emekçi sınıflara, işsizlere, kadınlara ve gelecek kuşaklara daha ağır yükler yüklemektedir. Sorun, küresel, ülkesel ve bölgesel, sınıfsal, toplumsal cinsiyet boyutları olan bir sorundur. Bu kadar çok boyutlu ve karmaşık bir sorunun, salt çevre ile ilgili teknik parametrelerin aritmetik değişimi ve mucizevi sonuçlar beklenen yeni teknolojilerin uygulanması ile çözüleceğini öne süren ve sorunu önemsizleştirmeye çalışan yaklaşımlar kabul edilemez. Dünyada salımlardan birincil düzeyde sorumlu olanlar, birkaç ülke ve Zengin Kuzey’deki gelişmiş kapitalist ülkelerde nüfusun çok küçük bir yüzdesini oluşturan sermaye sınıflarıdır. Yoksul Güney ülkelerinin halkları da yaşanan ve giderek ağırlaşarak yaşanacak yıkıcı sorunların mağdurlarıdır. Kişi başına salımlarda, ABD yurttaşları yılda 16.6 ton salımla en ön sıradan yer alırken, bu sayı Çin’in kişi başına 7 ton/yıl salımının iki katından fazladır. Dünya nüfusunun altıda birinin yaşadığı Afrika kıtasının toplam salımlardaki payı ise yalnızca %3’dür. BM’nin bir çalışmasına göre, dünyanın en zengin yüzde birlik kesiminin salımları, dünyanın en yoksul yüzde 10’undan 175 kat fazladır.
İklimle ilgili sorunları, uzunca süre reddeden ve kabul etmeyen sermaye sınıfları ve grupları, şimdilerde durumdan vazife çıkararak, politika değişikliğine yöneliyorlar. Görünürde, iklim kaynaklı sorunları çözmeyi, ama esas olarak, sermayenin kendi krizlerini aşmayı ve kapitalist yeniden üretim için yeni faaliyet ve kazanç alanları yaratmayı hedefliyorlar. Bugüne değin, enerji yatırımlarında yalnız azami kâr dürtüsü ile hareket eden, doğayı tahrip etmekte beis görmeyen sermayenin temsilcileri; küresel salgınının altüst ettiği, eski birçok kurumun işlevlerini yitirdiği bir süreçte, “enerjide yeni düzen, yeşil enerji, yeşil dönüşüm’’ slogan ve önermelerini dillerinden düşürmeyerek, sahte bir masumiyet maskesi ile sahneye çıkmıştır.
Kapitalist sistemin dünyamıza egemen olan odakları; IPCC (Intergovernmental Panel on Climate Change- Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli) toplantıları belgelerinin, COP (Conference of the Parties- Taraflar Konferansı) raporlarının ve daha birçok araştırmanın vurguladığı seragazı salımlarının ve sıcaklık artışlarının yakıcı sonuçlarını göz ardı etme imkânı kalmayınca, yaşanan sorunlardan kendilerinin sorumlu olduğu gerçeğini karartıp, küresel sıcaklık artışını sınırlamaktan, karbon salımlarını hızla azaltmaktan söz etmeye, “Yeşil Mutakabat”, “Yeşil Enerji”, “Adil Dönüşüm”, “Net Seragazı Salımları” gibi süslü, yanıltıcı, gerçeklerin üstünü örten söylemleri dillerinden düşürmemeye başladılar.