GüncelHayvancılık

Dr. Ertürk: Hayvancılıkta günü kurtaran politikalar bizi kurtarmaz

ŞULE TÜRKER
suleturker34@gmail.com
Birçok alanda olduğu gibi gıdada da zamlar üst üste geliyor. Öyle ki bir gün gördüğünüz etiket ertesi gün değişebiliyor. Fiyat artışları özellikle ithal ürünlerde daha belirgin hissediliyor. Kıymasız içli köfte, kaşar ve sucuksuz tostlar, artık haberlerin de

Hal böyleyken uzun yıllar meyve, sebze zengini, hayvancılıkta dünyanın sayılı ülkelerinden Türkiye’de günümüzde mevcut üretim, gereksinimi karşılayamaz halde. Tarım ve hayvancılıkta durumun hiç parlak olmadığı, hem üreticiler hem de sivil insiyatifler tarafından sık sık dile getiriliyor. İşletmelerin birçoğunun hayvancılığı bıraktığını, yalnızca son iki yılda yaklaşık 20 bin sığır işletmesinin faaliyetlerini durdurduğunu belirten Veteriner Hekimler Derneği Genel Başkanı Dr. Gülay Ertürk, “Tüketicinin gıdaya ulaşması için çareyi ithalatta bulanlar, gümrük vergilerini sıfırlayarak gıdaya ulaşımı sağlamaya çalışıyorlar. Oysa günü kurtaran değil -kısa ve uzun vadede kararlı bir şekilde uygulanacak- tarım ve hayvancılığı kurtaracak ulusal bir anlayışı egemen kılmak lazım” diyor.

Türkiye’de hayvancılığın nereden nereye geldiğini ve içinde bulunduğu durumu konuştuğumuz Dr. Ertürk, yanlış uygulamaların yol açtığı ‘hasarı’ gözler önüne sererken, çözüm için öneriler de sundu:

Türkiye’de hayvancılığın geçmişten bugüne seyrini özetler misiniz?

Bir devlet için hayvancılık her zaman önemli bir yere sahiptir. Osmanlı’da endüstriyel anlamda hayvancılık yoktu. Et ihtiyacını kırsalda, köyde herkes kendi avlusunda baktığı hayvandan sağlıyordu. Ordudaki askerlerin ve şehirde oturanların ihtiyacı ise göçebe aşiretlerin getirip sattığı hayvanlardan karşılanıyordu. Koyun eti, sığır etinden iki kat pahalıydı.

Balkan Savaşları, 1. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı derken milli mücadelenin sonunda ülkede 11,5 milyon insan nüfusu kalmıştı. Savaşlar nedeniyle, koyun keçi ve sığır varlığının yarısı azalıp, 17 milyona düşmüştü.

Cumhuriyet’in ilanıyla, siyasal ve ekonomik bağımsızlık temeline dayanan bir anlayışla atılım sağlandı. Atatürk döneminde izlenen hayvancılık politikasının esaslarını; bulaşıcı hastalıklarla mücadele, hayvan ıslahı ve çoğaltılması oluşturuyordu. Bu anlamda ilklere de imza atıldı. 1938 yılına gelindiğinde hayvan varlığı, milli mücadele yıllarına göre 2,5 katına çıkarılmıştı. Hayvan ürünleri ihracatından elde edilen gelir, aynı düzeyde artmıştı. Türkiye aslında 2. Dünya Savaşı’na kadar kendi kendine yeten ve GSMH’sının önemli bir kısmını tarımdan sağlayan bir ülkeydi.

Türkiye, 1980-1984 yılları arasında toplam ihracatı 5 milyar dolar iken, Ortadoğu ülkelerine yılda 300-400 milyon dolarlık kırmızı et ihracatı gerçekleştirmiştir. 1980 yılı içerisinde yapılan damızlık hayvan ithalatı, 1990 yılında başlayan kasaplık hayvan ve et ithalatları, hayvan sayılarında hızlı bir düşüş yaşanmasına neden olmuştur.

Cumhuriyetin ilk yıllarında ve 1950-1960 arası dönemde hayvan ıslahı çalışmaları için sığırcılıkta damızlık hayvan ithalatı yapılmıştır, ancak 1986-1996 arasında gebe düve ithal edilip, sonra ithalat yasaklanmış, sonra da yeni düzenlemelere uyulması kaydıyla serbest bırakılmıştır. Serbest piyasa ekonomisine geçilmesiyle sperma ithalatı hız kazanmış, devlet kuruluşları yanında özel kuruluşlar da sperma ithal etmişlerdir. 2010 yılında kasaplık hayvan ithalatı yapılmış, gebe düve, kasaplık besilik sığır ithal edilmiştir. Sonuç olarak Türkiye’de yetiştirilen hayvanlar yüksek maliyetleri nedeniyle, ithal hayvanlarla rekabet edemeyince hayvancılık gerilemeye başlamıştır.

Dünyayla kıyaslarsak bugün Türkiye’nin hayvancılıktaki yeri nasıl?

1980 yılında, 44 milyon nüfusumuz varken, 67 milyon koyun, 16 milyon sığır varlığımız vardı. 2010 yılında koyun 23 milyona, sığır 11 milyona geriledi. 2020 yılında 84 milyon nüfusa karşılık 18 milyon sığır, 42 milyon koyun, 12 milyon keçi, 200 bin manda vardı. Son 40 yılda koyun varlığımız yüzde 10, keçi yüzde 35 azaldı. Sadece sığır varlığımız son 40 yılda yüzde 15 arttı. 2010 yılına göre bu sayılar, bugün biraz daha iyileşmiş durumda olsa da 84 milyon nüfusumuzu düşünürsek, 90- 100 milyon koyun varlığımız olmalıydı.

Bu haliyle bile büyükbaş ve küçükbaş hayvan varlığı açısından AB ülkeleri ile karşılaştırıldığında Türkiye birinci sırada. Avrupa İstatistik Ofisi ve Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Türkiye’de 2020 yılında hem küçükbaş hem de büyükbaş hayvan sayısı AB ülkelerindekilerden fazla. Hayvan varlığı açısından dünyada da ilk 10’nun içerisindeyiz. Ama hayvan sayının değil, verimliliğinin önemi var. Nicelik değil nitelik önemli. Türkiye hayvan sayısı bakımından dünya sıralamasında ön sıralarda yer alsa bile verim düzeyi düşük ve yetersizdir.