Yaşamın güvencesine madencilik tehdidi
Deniz Ataç
TEMA Vakfı Başkanı
Tüm Avrupa kadar bitki türüne ev sahipliği yapan Türkiye, bu zenginliği korumaktan ise çok uzak. Avrupa’da ortalaması yüzde 25.9 olan korunan alan oranı, Türkiye’de sadece yüzde 8.7. Ayrıca ormanlar her türlü müdahaleye açık.
Doğal varlıkların korunmasına yönelik söylemler yakın zamana kadar romantik ve entelektüel bir düşüncenin parçası olarak görülmüş, bu nedenle ne gündelik hayatta ne de kamusal kararlarda güçlü bir yer bulabilmiştir. Ancak iklim krizi, biyolojik çeşitlilik kaybı, gıda güvencesizliği, temiz suya erişimde artan riskler ve koronavirüs salgını, doğal varlıkların korunmasının toplumlar için hayati önemini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Günümüzde artık doğa koruma sadece bir çevre meselesi değil, aynı zamanda toplum sağlığı, ekonomik refah ve gıda güvencesi meselesidir.
Türkiye bulunduğu konum, yer şekilleri ve iklimdeki değişkenlik nedeniyle birçok canlı türüne ev sahipliği yapmaktadır. Öyle ki Kaz Dağları’ndan Artvin’e uzanan bir yolculuğa çıkılsa, göknar ormanlarında başlayan yolculuk, Türkiye’nin en nadir bitkilerinin bulunduğu bozkıra uğrar, dünyada beş nadir bitki türünün tek bir alanda görüldüğü tek örnek olan Sivas’tan geçer, Artvin’in eşsiz yaylalarında sona ererdi.
Türkiye bir kıta kadar çok canlı tür çeşitliliğine sahip, eşsiz güzellikte bir ülkedir. Tüm Avrupa’daki tohumlu bitki tür sayısı yaklaşık 12 bin 500 iken, Türkiye’de 11 binden fazla tohumlu bitki bulunmaktadır. Bunların 3 binden fazlası (yüzde 34’ü) endemik, yani dünyada sadece Türkiye’de yaşayan türlerden oluşmaktadır. Yakın zamanda Kanada’da Covid-19’a karşı bitki bazlı aşı geliştirildiği, kanser ilaçlarının yüzde 70’inin doğadan esinlenerek üretildiği düşünüldüğünde sahip olduğumuz bitki tür çeşitliliğinin önemini daha net kavramak mümkündür. Türkiye’nin her endemik türü, dünyada başka bir ilk için eşsiz özellikler barındırabilir. Türkiye’nin endemizm oranının fazlalığı, benzer coğrafi niteliklere sahip olunan Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında somutlaşmaktadır. Örneğin endemizm oranı Yunanistan’da yüzde 14.9 iken, Fransa’da yüzde 2.9’dur. Tüm bu nadirliğine rağmen ne yazık ki Türkiye’deki korunan alanların ülke yüz ölçümlerine oranı AB genelinden ve üye devletlerden çok daha düşüktür. Avrupa genelinde korunan alanların ülke yüz ölçümüne oranı ortalama yüzde 25.9’dur. Bu oran Polonya, Almanya, Yunanistan gibi ülkelerde yüzde 30’un üzerindedir. Türkiye’de ise korunması gereken zengin biyolojik çeşitliliğe rağmen, korunan alanların toplam net büyüklüğü 2020 yılı resmi verilerine göre 67 bin 773 km2’dir ve ülke yüz ölçümüne oranı sadece yüzde 8.7’dir.
Bilim insanları dünyanın sağlıklı bir şekilde işleyişini garanti etmek için, karasal ve denizel ekosistemlerin en az üçte birinin (yüzde 30) koruma altına alınması ve bu alanlarda her şeyin doğal dinamikleri içerisinde seyretmesine izin verilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Bu hedeften zaten çok uzak olan Türkiye’de ayrıca, korunan alanların büyük kısmı başta madencilik olmak üzere birçok projenin uygulama alanı olmaya açıktır. Doğal varlıkları korumaya ilişkin kanunlar da nitelik olarak güçlendirilmeye muhtaçtır.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından 2019 yılında kamuoyuyla paylaşılan Çevresel Göstergeler Raporu’na göre, korunan alanlardan yalnızca tabiat parkları ve tabiat anıtlarının alanı artmaktayken, en güçlü koruma statüsü olan muhafaza ormanlarının ve tabiatı koruma alanlarının miktarında yalnızca 4 yılda sırasıyla yüzde 22 ve yüzde 27 azalma meydana gelmiştir (2013-2017). Milli parkların sayısı 40’tan 42’ye çıkarken, alanları yaklaşık 2 bin 500 hektar azalmıştır. Aynı şekilde yaban hayatı geliştirme sahalarının sayısı artarken, alanı azalmıştır.