Ünal Akkemik: Doğa, bir yatırım aracı haline döndü
Ünal Akkemik’in ‘Türkiye’nin Bütün Ağaçları ve Çalıları’ adlı kitabı İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlandı. Akkemik, “İklim değişikliği, artık bir üst aşamaya geçmeye başlamış ve iklim krizine dönmüştür. Son yaşanan İzmir yağışları buna en çarpıcı örneklerden biridir” dedi.
DUVAR – İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Orman Mühendisliği Bölümü’nden 1991 yılında mezun olduktan sonra 1992 yılında aynı bölümün Orman Botaniği Anabilim dalında araştırma görevlisi olarak çalışmaya başlayan Ünal Akkemik, 1997 yılında yardımcı doçent, 2003 yılında doçent ve 2009 yılında da profesör olur. Çalıştığı birimde ağaç ve çalıların tanınması, otsu bitkilerin tanınması, odun anatomisi, ağaçların yaş halkaları ve fosil ağaçların tespiti ve tanımları ile arkeolojik ve güncel odunların tanımı konularında bilimsel faaliyetlerini sürdüren Akkemik, bu süreçte 100’den fazla uluslararası makale ve 10’dan fazla da bilimsel kitap yayınlar.
Son olarak ‘Türkiye’nin Bütün Ağaçları ve Çalıları’ isimli bir kitap hazırlayan, farklı branşlardan yazarları bir araya getiren Akkemik ile bir araya geldik ve ismiyle müsemma bu kitabı, kentsel meselesini ve iklim krizini konuştuk.
Kitap ismiyle müsemma bir çalışma. Yoğun ve kapsamlı bir kitap. Evvela şuradan başlayalım: Fikir nasıl ortaya çıktı? Çalışmaya başlarken bir tedirginliğiniz oldu mu nasıl yaparım diye?
Aslında 2007’lerde bu konuda kapsamlı bir kitap yazma düşüncesi ortaya çıktı. Rahmetli Prof. Dr. Hayrettin Kayacık, Prof. Dr. Faik Yaltırık ve Prof. Dr. Asuman Efe tarafından yazılmış ders kitapları vardı; ancak daha kapsamlı ve ulusal düzeyde, sadece öğrencilere değil de toplumun ilgi duyan her kesimine hitap edecek bir kitap yazma düşüncesi vardı. Bu süreçte Orman Genel Müdürlüğü’nden de bir talep gelince çalışmalara başladık ve iki yılın sonunda, 2014 yılında iki cilt halinde bir kitap hazırladık. Ben yine hem editördüm hem de yazarlardan biri olarak görev yaptım. O kitap, kurum içerisinde kaldı, sadece 750 adet basıldı ve pek duyulmadı. Sonrasında gelişen bilgiler, bilimsel ilerlemeler, sistematikteki değişimlerin hepsini ve güncel gelişmeleri içeren, yine konusunda uzman bilim insanlarıyla yeni bir kitap yazma düşüncesi 2018’de tekrar gündeme geldi ve çalışmalara başladım. Yeni tüm güncellemeler ve yeni bir ekiple (birçok bilim insanı diğer kitapta da vardı) yazmaya başladık. Sonrasında TEMA Vakfı Genel Müdürü Deniz Ataç’la görüşmemizden sonra süreç hızlandı ve İş Kültür-TEMA ortaklığında bu eser ortaya çıktı.
Aslında tedirginlik yaşamadım ama süreçte çok zorlandığım anlar oldu. 20 farklı yazar, farklı üniversitelerden ve farklı bölümlerden olunca tüm yazılanları tek bir anlatım biçimine dönüştürmek çok zorlamıştı beni.
Farklı disiplinlerden gelen pek çok akademisyen bölüm yazarı olarak eser üretmiş. İsimleri belirlerken önceliğiniz neydi? Alanla ilgili çalışma yapan hocalarla iletişim nasıl kuruldu?
İsimler farklı uzmanlık alanlarından ve bölgelerden. Öncelikle kendilerine çok teşekkür ediyorum. Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu’dan birikimleri çok yüksek olan Mehmet Fırat, tuzcul bitkiler konusunda uzman Ahmet Emre Yaprak ve İsa Başköse, Ege Akdeniz Bölgesi bitkileri konusunda tecrübeli olan Tolga Ok, egzotik bitkiler konusunda en başarılı bilim insanlarından Hatice Yılmaz, Doğu Karadeniz Bölgesi bitkileri konusundaki en iyi uzmanlardan Özgür Eminağaoğlu ve Hayal Akyıldırım Beğen, Batı Karadeniz Bölgesinden Necmi Aksoy ve Neval Güneş Özkan, Türkiye bitki coğrafyası konusunda uzman Meral Avcı, Ankara’dan Mehtap Öztekin, Karabük’ten Ali Kavgacı, Bartın’dan Bilge Tunçkol, Isparta’dan bölgenin bitkileri konusunda uzman Hüseyin Fakir, Çankırı’dan Gamze Tuttu, İstanbul’dan Nesibe Köse, Dilek Demir Oral, Nurgül Karlıoğlu Kılıç ve H. Tuncay Güner’den oluşan büyük bir ekiple çalıştık. Hem konu çeşitliliği hem de ülkemiz genelini kapsamasına özen göstermiştim.
Birlikte çalıştığım bilim insanlarının çoğunu zaten tanıyordum. Bazılarına da bilimsel uzmanlık alanlarına ve çalışmalarına bakarak teklif götürdüm ve böylece bir ekip olarak çalışmalarımızı başarıyla tamamladık.
Kitapta Türkiye’de, dünyanın diğer alanlarına nazaran bitki çeşitliliğinin daha zengin olduğunu söylüyorsunuz. Bunun sebebi nedir?
Türkiye; nemli ve serin Karadeniz iklimi, kışları ılıman, yazları sıcak ve kurak Akdeniz iklimi ile kışın sert ve soğuk yazların sıcak ve az yağışlı olduğu kurak karasal iklimin kesiştiği bir alan üzerinde bulunmaktadır. Bu iklim etkisiyle de üç büyük flora bölgesi meydana gelmekte ve bunların hem etkisi hem de geçiş noktalarını oluşturmaktadır. Örneğin Öksin-Kolsik Karadeniz Bölgesi’ni, İran-Turan flora bölgesi Doğu/Güney ve İç Anadolu Bölgesi’ni, Mediteran ise Ege-Akdeniz Bölgesi’ni içine alan flora bölgeleridir. Diğer yandan bozkır dediğimiz açıklık, taşlık ve kayalık alanlar ile sulak alanlar, kıyı kumulları, yüksek dağlık zirveler, tuzlu koşullar, jipsli topraklar, buralara özgü bitkilerin uyum sağlamasına yol açtığından ekosistem açısından da büyük bir çeşitlilik vardır.
Özellikle arıların ve böceklerin de çiçeklerle birlikte evrimleşmesi, bir yandan arı ve böcek çeşitliliğini artırırken diğer yandan da bitkilerin çeşitlenmesine katkı sağlamıştır. Türkiye, konumu gereği buzul ve buzul arası dönemlerde göç yolu üzerinde yer almıştır. Bu durum da bitkilerin çeşitlenmesine katkı sağlamıştır.
Bütün bunların sonunda büyük bir çeşitlilik oluşmuştur. Yaklaşık 12 bin civarında bitki çeşidine sahibiz. Bunların yaklaşık 600’ü ağaç ve çalı formundadır, kalanları da otsu ya da bazılarının tabanı odunsu ,üst tarafı otsudur. Sadece ülkemize özgü olan bitkilerin sayısı da 3 bin 500 civarındadır. Bunlara endemik bitki diyoruz.
Uzun bir süredir bir iklim krizinin yaşandığı ortada. Küresel felaket senaryoları hazırlanıyor. Bu durum insanlığı etkilediği gibi, bitki türlerini de etkiliyor. Siz nasıl yorumluyorsunuz bu durumu? Bu durumun evrene zararı nasıl olacak?
İklim değişikliği, artık bir üst aşamaya geçmeye başlamış ve iklim krizine dönmüştür. Son yaşanan İzmir yağışları buna en çarpıcı örneklerden biridir. Toprağa inen yağış miktarında fazla bir değişiklik yoktur ancak biçimi ve şiddeti ile süresi değişmektedir. Bunun sonucunda da kuraklık tehlikesi ortaya çıkmaktadır. Bu durum;
Ormanların yer değiştirmesine
Türlerin yer değiştirmesine ve adaptasyon sağlayamayanların ölmesine
Değişen floraya bağlı olarak faunanın da değişmesine
Bazı bölgelerde ormanların daha da seyrekleşmesine
Meyve veriminde azalmaya
Çam grubu ağaçlarda tohum azalmasına
Böcek ve mantar zararlarının artmasına
Orman yangınlarının çoğalmasına yol açacaktır. Hatta bunların çoğundaki artış bilimsel çalışmalarla ortaya çıkmaya başlamıştır. Örneğin kozalak ve meyve oluşumunda azalmalara ilişkin bilimsel çalışmalar yapılmıştır. Ağaçlarda büyümenin iklime daha bağımlı hale gelmeye başlaması da tespitlerimiz arasındadır.
Özellikle 6831 sayılı Orman Kanununun ek 16.Maddesi’nde ve çeşitli maden yasalarında verilen orman izinleri, ormanların parçalanması, su kaynaklarının ve sulak alanlarının zarar görmesi, kıyı kumullarının tahrip olması, biyolojik çeşitliliğin zirve yaptığı taşlık kayalık ve seyrek ormanlık alanların orman dışına çıkarılarak imara konu edilmesi doğal floranın ve faunanın da büyük bir sıkıntıya düşeceğinin göstergesidir.
Özellikle son elli yılda insanlık, doğayla olan ilişkisinde yıpratıcı hamlelerde bulundu. Bitkiler, hayvanlar zarar gördü. Bu süreç içinde kaybolan bitki türleri oldu mu? Çevre, insanın müdahalesinden nasıl etkilendi?
Bildiğim kaybolan bitki türü yok ancak mevcut bitkilerin yaşam alanları çok daralmaya başladı. Örneğin Kadıköy çiğdemi, artık Kadıköy’de yok. Ümraniye çiğdemi, Ümraniye’de yok. Bunlar sadece ormanlık alanlara sıkıştılar. Başakşehir’deki sultan pelemiri (dünyada sadece burada var) büyük oranda yaşam alanını kaybetti.
Özellikle İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerde doğa çok tahrip gördü. Anadolu’da ormanlarda çok ciddi boyutlarda parçalanma var. Orman Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre 2008 yılından 2020 yılına kadar olan parçalanma yüzde 56 oranında arttı. 1 hektarın altındaki büyüklüklerde olan parçalanma ise yaklaşık yüzde 120 oranında arttı. Bu durum elbette türlerin de yaşam alanlarının zarar görmesine neden oldu.
Şunu merak ediyoruz: Şehirleşmeyle birlikte en büyük zararı doğa gördü. Bugün, yeni evler, yeni iş sahaları kurulurken yeşil alanlar gittikçe azalıyor. İstanbul’un kuzeyinde yer alan ormanlar günden güne eriyor. Kapitalizm ve doğa ilişkisini nasıl yorumluyorsunuz?
Günümüzde, ne yazık ki mekanik dünya görüşü hâkim durumda olup doğa, bir yatırım aracı haline döndü. Bazı söylemlerle bu olağan hale getirildi. Örneğin “bir ormandan bin ağaç keseriz 1 milyon ağaç dikeriz” şeklindeki açıklamalar toplumda da karşılık buldu ve sanki böylece her yerde milyonlarca fidan dikerek orman oluşturuluyormuş gibi bir hava yaratıldı. Dikilenler fidan ve büyük olasılıkla onların çoğu yaşayamayacak, yaşasa bile orman oluşturması en az 40-50 yıl sürecek. Mevcudu korumak varken neden bu kadar büyük bir masraf yapılıyor ve doğal yapı bozuluyor? Bunu anlamak bilimsel bir bakış açısıyla pek mümkün değil.
Kapitalizm, maksimum fayda esasını gözettiği için doğanın verebildiğinin üzerine çıkılıyor ve doğa her geçen gün maalesef daha fazla tükeniyor. Örneğin, geçen yıla kadar ormanlarımızdan 20 milyon metreküpe kadar orman ürünü elde edilirken bu yıl 35 milyon metreküp elde edildi. Gelecek yıllarda da 40 milyon metreküpün üzerinde olması bekleniyor. İşte bu tahribat demektir. Kapitalizmin maksimum faydalanma yaklaşımı demektir.
Hazırladığınız yeni bir çalışma var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?
Elbette. Yeni bazı kitap çalışmalarım var. Yine bazı arkadaşlarla birlikte yaprak döken bazı ağaçları ve çalıları kışın nasıl tanırız konusunda çalışma yapıyorum. Ağaçların Dilinden adlı ÇEKÜL tarafından yayınlanan kitabın ikinci baskısı için çalışmalara başladım. Araştırma olarak da, Türkiye’nin 160 milyon – 5 milyon yıl aralığındaki fosil ormanlarını oluşturan ağaçların tespiti konularında çalışmalarımı yürütmekteyim. Diğer yandan da günümüzdeki iklim değişikliğinin ağaçların gelişimi üzerine etkileri konusunda çalışmaları sürdürmekteyim.