Tarımı sadece Atatürk modeli kurtarır – Serdar Turgut
‘Sömürüye son’ sloganı, hak ve özgürlükler için mücadele gibi kavramlar bizlere doğal olarak çekici geldiğinden, bunlar ön plana çıktığından olsa gerek çoğumuz Karl Marx’ın kapitaist ekonomiyi anlatan Adam Smith gibi klasik ekolden bir ekonomist olduğunu unutma eğilimi içindeyiz.
Oysa Marx bir kapitalist ekonominin işleyişini Adam Smith’den bile daha bilimsel açıklamıştır.
Kapital’in ikinci cildindeki ekonominin kendini yeniden üretiminin formülleri, bir kapitalist ekonominin doğru işleyiş sürecini anlatırken bu doğallık içinde hiçbir siyasi baskı ve güç kullanımı olmasa bile artık değerin (işçinin sömürüsünün) yaratılmasının nasıl olduğunun matematik formülünü bize verir.
Bu formülü bugün sömürü ile ilgili boyutuyla değil ekonominin yeniden üretimi boyutuyla ele alacağım. Çünkü bizdeki ekonomi artık kendini yeniden üretmesinin bile zor olduğu bir boyuta (yani çökme aşamasına) geldi.
Bunu çoğunuz düşünmemiş olabilirsiniz ama Kapital’in ikinci cildindeki yeniden üretim formülleri aslında bize çağdaş bir kapitalist ekonomide plan ve programın nasıl yapılacağının da bir ipucunu verir. Atatürk dönemindeki teknotratlar plan ve programı hazırlarken bu gerçeği biliyorlardı.
Her kapitalist ekonominin merkezi yönetiminin eline mutlaka olması gereken girdi-çıktı (input-output) tablolarını ilk kez Wassily Leontieff düşünmüştür. Leontieff kapitalist ekonominin işleyişini bize tek bir tabloda verebilen girdi-çıktı tablosunu Marx’ın yeniden üretim formüllerinden yola çıkarak oluşturmuştur. (Bu arada Türkiye bu tablolar konusunda hayli tecrübelidir de.)
Yeniden üretim şemalarında bir aksama, ekonominin durmasına yani büyük krize, bir çöküşe yol açabilir. Tarım sektöründeki durum nedeniyle Türkiye’deki tehlike şu anda maalesef budur.
Troçkist Ernest Mandel ‘Geç (İleri) Kapitalizm’ çalışmasında yeniden üretim mekanizmalarıyla krizin oluşum şartlarını incelemiştir.
Bu işleyişte ekonominin tarım sektörü özel bir yere sahiptir.
Kapitalist üretime tarihi nedenlerle sanayiden daha geç adapte olabilen tarım sektöründe yaşanan bir aksama, kısa sürede büyüyerek bütün ekonominin yeniden üretimini aksatacak boyuta gidebilir yani büyük krize yol açabilir.
TARIM SEKTÖRÜ VE KAPİTALİZM
V. I. Lenin ekonomist olmadığı halde Marx’ın Kapital’de oluşturduğu teorik çerçeveyi iyi bildiğinden tarım sektörünün işleyişine özel teorik önem vermiş ve bunu toplu eserlerinin hem üçüncü cildinde hem de 20’nci cildinde derin bir şekilde incelemiştir.
İçinde bulunduğumuz vahim durumu anlamanız için illa da Marksist olun demeyeceğim tabii ki (ama olursanız da itiraz etmeyeceğim kesin) ama bilin ki tarım sektörü bir krize düştüğünde yani durma noktasına geliyorsa kapitalist ekonominin yeniden üretimi de bir süre sona imkansızlaşabilir.
Bu yüzden çok acil olarak tarım sektörü için planlı programlı bir acil kurtarma planı yapılması gerekiyor. Yoksa bu işin şakası olmaz sonuçlar tahmin edemeyeceğimiz kadar kötü olabilir.
Atatürk neredeyse sıfır düzeyinde, yani ekonomik açıdan tükenmiş vaziyette devraldığı Türkiye’de bağımsız ve güçlü bir ekonomi oluşturmanın yolunun işe tarımdan başlayarak olabileceğini görmüştü.
Bunu gördükten sonra nelerin yapıldığını anlamamız ekonomide yeni bir kurtuluş savaşının verilmesinin kaçınılmaz olacağı cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında mutlaka gerekiyor.
Atatürk büyük vizyonu ile asıl ekonomik güç ve bağımsızlık getirecek planlı programlı devletçilik politikalarının olabilmesi için ekonominin her sektörünün piyasaya açık ve yol gösterici plandan gelecek sinyalleri alabilecek durumda olması gerektiğini görmüş ve 1923-29 dönemini daha sonraki asıl politikalara hazırlık dönemi olarak görmüştü. Anlayacağınız Atatürk bir emredici plan değil piyasa sinyalleri ile birlikte çalışacak bir ‘yol gösterici plandan’ yanaydı.
Köylülüğün oluşturulan stratejik plana uygun üretime geçebilmesini kolaylaştıran yeni oluşturulan destekleme alımları sistemiyle ve kurtuluş savaşından sonra yeniden örgütlenen Ziraat Bankası da devreye sokularak köylülüğün hem yeni açıldığı piyasa koşullarından darbe almaması sağlanırken hem de tarımın yeni sanayileşme ile uyumlu büyüyebilmesi için de tedbirler alındı.
1925 yılında Osmanlı’dan devralınan Aşar vergisinin kaldırılmasından sonra tarım sektöründe yaratılan kaynaklar hem 1927 yılında çıkarılan Teşviki Sanayi Kanunu’yla büyümeye başlayan yeni sanayide girdi olarak hem de ayrıca ihracata yönelik verimli bir şekilde yönlendirildi. 1923-29 döneminde devletin planlı programlı politikalar doğrultusunda ithali için sağladığı destek ve kolaylıkla 2 bin adet traktör de tarım sektörüne dağıtılmıştı. Zor durumdaki çiftçinin borcu nedeniyle traktörüne el konulduğu bugünlerde o geçmişi hatırlayıp, utanmanın yararı var.
Dediğim gibi eğer bir gün Atatürk’ün yalnızlığına çekildiği saatlerde Marx’ın Kapital’de anlattığı yeniden üretim şemalarını incelediği ortaya çıkarsa hiç şaşırmayacağım çünkü o yeniden üretim şemaları tarımı çöken bir ekonominin yaşaması ihtimalinin olmadığını gösteriyordu. Atatürk de bunu çok iyi anlamıştı.
Başarının formülü cumhuriyet tarihimizde
Objektif gerçeklerden hareket edelim bugün tarım sektörümüzdeki koşullar, 1923’de ekonomisi olmayan ülkedeki koşullara benzemeye başladı. Atatürk’ün vizyonu sayesinde ekonomisinin omurgasını, yani tarım sektörünü güçlendiren genç cumhuriyetimizin planlı programlı sanayileşme dönemindeki başarıları döneme ait bütün göstergelerde görülebiliyor. Yani bugün ders almamız gereken her şey kendi geçmişimizden gelen bilgi birikimimizde var zaten.
Tarım sektörü kurtarıldıktan sonra girilen planlı programlı devletçi büyüme döneminde başta sanayide yılık büyüme oranı yüzde 10 civarındaydı. 1934 yılında kabul edilen Birinci Sanayi Planı’nda tamamlanması öngörülen 9 ayrı sektördeki 20 tesisten 19’u dönem sonunda bitirilmişti.
BİR ÜTOPYA GİBİ, OKUYUNCA ŞAŞIRABİLİRSİNİZ
Bugün çoğunuza bir ütopya gibi gelebilecek belki ama Atatürk modeli sayesinde dış ticarette sadece bir yıl hariç (1938) devamlı fazla verilmiş ve ülke bağımsız sanayileşmesine rağmen 1946’ya kadar döviz de biriktirebilmişti.
Sadece 1938 yılında dış açık verilmiş olması da devletçilik modelinin başarısının bir diğer göstergesidir. Çünkü 1938 gibi devletçilik uygulamasının yumuşatıldığı bir yılda dış ticarette yine açık verilmesi devletçi planlı programlı modelin ne kadar da doğru olduğu gösteren bir başka bilimsel rakamdır.
Atatürk uykusundan feda edip çalışmak ve düşünmek için kendi sağlığını tehlikeye atmamış olsaydı ve bir süre daha yönetimde kalabilseydi Türkiye’nin sıfırdan başlayan ekonomisinin merkez ülke konumuna geleceği kesindi.
Türkiye’nin nedense kullanılmayan bilgi birikimi kesin var
Tarih keyfimize göre bugünkü psikolojik ihtiyaçlarımız doğrultusunda seçerek hatırladığımız geçmiş değildir.
Eğer yakın tarihimiz ideolojik saldırılardan koruyarak bütünüyle, sadece bize uyan tarafıyla değil, hatırlarsak bugünkü mücadelelerimiz açısından bize rehber olabilecek dersler orada kesin var.
Şu an ekonomimizin omurgası olması gereken tarım sektörü neredeyse yüz yıl öncesine dönmüş ve çökertilmiş durumda.
Öncelikle tarım sektörünü canlandırmak için bir acil plan ve daha sonra ekonominin tümü için planlı programlı stratejik plan gerekiyor. 100 yıl öncesindeki gibi davranmalıyız.
Bunu nasıl yapabileceğimizin ipuçları Atatürk’te var. Ve onun kadrolarının bilincine, bilgi birikimlerine sahip kadrolar hala daha hazır bekliyor. Türkiye bu bilgi birikimini, tarihi tecrübelerini devreye sokarsa yeni ekonomik kurtuluş savaşını kısa süre içinde kazanır ve iddia ediyorum çok kısa sürede bölgesinin İsviçre’si, yani bölgesel merkez ülkesi kesin olur.
Şunu da unutmayın Amerika, Atatürk modelini sürdürdüğü takdirde Türkiye’nin merkez ülke konumunda bir dünya gücü olacağını görmüş ve 1946 yılında Atatürk modeline müdahale de etmişti. Bu müdahale çok ilginç bir yakın geçmiş olayımızdır, bunu başka bir yazıda detayıyla anlatacağım ki, ikinci ekonomik kurtuluş savaşına hazırlanılması gerektiği bu günlerde herkes alması gereken dersi o geçmişimizden net alabilsin.
Dünya sistemi
Kapitalist Dünya Sistemi modelinin teorik çerçevesini Immanuel Wallerstein oluşturmuştur. Bu sistemde Kapialist Dünya Sistemi’nde hegemonik devlet olarak tanımlayabileceğimiz Amerika gibi global merkez ülkeler ve bölgesel merkez ülkeler, Almanya gibi, bulunur.
Çevre ülkeler sistemin güç hiyerarşisinin en alt düzeyinde bulunan bağımlı az gelişmiş ülkelerdir. Bunlar sistemde merkez ülkelerinin kendi ekonomik çıkarları için kontrol ettikleri ekonomilere sahiptirler. İkisinin arasında çevre olmaktan yeni kurtulmuş ama henüz merkez ülke konumuna gelememiş yarı-çevre ülkeler bulunur. Yarı çevre ülkelere bağımlı olan onun kontrolünde bulunan çevre ülkeler vardır ama aynı zamanda onu da kontrol eden onun bağımlı olduğu merkez ülkeler de bulunur.
Atatürk yönetime geldiğinde Türk ekonomisi çevre ülke konumunda bile değildi. Tarımı ve sanayisiyle Dünya Kapitalist Sistemin dışında bir ekonomi gibiydi. Atatürk ilk önce var olmayan ekonominin piyasasını 1923-29 arasında kurdurdu ve sonra da ülkeyi çevre konumundan kurtaracak adımları 1930-39 arasında attırdı.
Amerika kendi kontrolüne almaya çalıştığı dünya sisteminde Türkiye’nin Atatürk modelini sürdürdüğü takdirde bölgesel merkez ülke olacağını gördüğünden Türkiye’yi çevre konumunda tutabilmek için 1946 yılında Atatürk modeline müdahale etti. Bunu dediğim gibi sonra detayıyla anlatacağım.