Prof. Dr. Harun Raşit Uysal; Tarımda kirlenme, kimyasal girdi ve hastalık döngüsü
Toprak işleyerek başlayan tarımla birlikte çevre tahribatı da başlıyor. Başlangıçta sadece kültür bitkilerinin yetiştirilmesine odaklanan tarım bu alanlarda yetişen yaban bitkilerinin azalmasına neden oluyor.
KRİTİK AŞAMA; AT GÜCÜ KULLANIMI
Zamanla at gücünün kullanılmaya başlaması, tarım alanlarının süratle artmasına neden oluyor ve tarımsal üretim dört kat birden yükseliyor. Çünkü artan dünya nüfusunun gıda maddelerine olan talebi üretim sürecini hızlandırıyor ve sonuçta bu durum geniş otlak ve mera alanlarının atla sürülerek tarıma açılmasına neden oluyor.
Bu faaliyetler ayni zamanda otlaklarda yaşayan otoburların (otla beslenenler) yaşam şanslarını azaltıyor. Otlak ve meralarda yaşayan otoburlar daha yüksek alanlara kaçarken bu hayvanların etobur (etle beslenenler) avcıları da onlarla birlikte yüksek alanlara yöneliyorlar. Bu o dönemin en önemli kaosu olarak karşımıza çıkıyor.
TOPRAĞI DEVİREN DEMİR SABANLAR
Bir taraftan bu gelişmeler olurken diğer taraftan, madencilik ve maden işleme sanatı gelişiyor. Başlangıçta sert ağaç sabanlar kullanan çiftçiler, giderek toprağı devirerek işleyen demir sabanlar kullanmaya başlıyorlar.
Böylece çevre felaketi boyut değiştiriyor. Bu işleme tekniği istenmeden de olsa toprak altı canlıları da hedef alıyor. Pulluk kullanımı sonuçta tarıma açılan toprakların artışını sağlarken, tarım topraklarının hızla verimsizleşmelerine de neden oluyor.
Al sana kimyasal gübreler…
Daha sonraları buhar gücünün icadı ve yürüyen makinelerde kullanımı ile toprağı daha fazla parçalayan ve alt üst eden toprak işleme teknikleri gelişiyor. Bu aletlerle toprağın doğal verimliliği hızla düşüyor ve verimi arttırmak için başlangıçta hayvan gübresi kullanılırken zamanla şirketlerinin ürettikleri kimyasal gübre kullanımı yaygınlaşıyor. Zaman zaman ve yer yer kullanılan kimyasal gübreler fiziki ve biyolojik dengesi bozulan toprakların kimyasal dengelerinin de bozulmasına neden oluyor. Biyolojik dengesi bozulan tarım topraklarının üzerinde yetiştirilen bitkilerin de biyolojik dengeleri bozuluyor ve böylece hastalık ve zararlılara karşı mukavemetleri azalıyor.
SIRADA TARIM İLAÇLARI VAR
Bu gelişme üzerine, ayni kimya şirketleri hastalık ve zararlılar için kimyasal preparatlar geliştirmeye başlıyorlar. Başlangıçta bu kimyasalların kullanımı ile tekrar bitkisel ürün verimleri arttırılırken zamanla tarım süratle bu kimyasalları kullanmak zorunda olan bir sektöre evriliyor. Çünkü kimyasal girdilerle üretilmiş ürünlerle rekabet edemeyen üreticiler de mecburen kimyasal girdi kullanmaya başlıyorlar.
Tarımsal üretim alanlarındaki bu kar etme baskısı, geleneksel üretim kültürlerini yok ederek, bugün üçüncü dünya ülkeleri olarak tanımladığımız eski sömürge ülkelerin, kendi beslenmeleri için bile bu dev şirketlerin ürettiği tarımsal girdilere bağımlı olmalarına yol açıyor. Kısıtlı da olsa doğayı koruyarak yapılan geleneksel tarımın yerine doğayı sömüren üretim başlatılıyor.
Tohum-ilaç-gübre-kanser ilacı…
İkinci dünya savaşı sonrası geliştirilen hibrit ve 1990’lı yıllardan sonra piyasaya sürülen genetiği değiştirilmiş tohumlar (GDO) sektöre hakim olmaya başlıyorlar. Bunların verimli olması için kullanılan ilaç-gübre-hormon gibi tarım kimyasallarının bitki-hayvan-toprak-sulardaki kalıntıları başta kanser olmak üzere birçok hastalıkların artmasına neden oluyor.
Ve aynı şirketler bu sefer de kanser ilacı üretiyorlar. Ne güzel bir döngü değil mi?
YENİGÜN