Tarımda dönüşümün yapıtaşı; 24 Ocak kararları
Sevgili dostlar, bugün 24 Ocak ve “24 Ocak 1980 ekonomik istikrar tedbirleri”nin üzerinden tam 42 sene geçti. O tarihte 19 yaşındaydım, 24 Ocak 1980 kararlarını, 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesini bire bir yaşadım ve sonrasını da siyasete ilgi duyan o zamanın gençleri gibi ben de çok iyi değerlendirebiliyorum.
24 Ocak kararlarında, azalan üretimin ve artan karaborsacılığın ortadan kaldırılması için…
Kamu harcamalarının sınırlandırılması, ücretlerin düşürülmesi, serbest kur gibi ekonomik önlemlerin alınması kararlaştırıldı.
Aslında serbest piyasa ekonomisini taçlandıran, tarımda yerli üretiminden ziyade ithalatı öncelleyen, ekonomide kamunun rolünü zayıflatan hatta giderek yok eden bir ekonomik model benimsendi.
Bunun için yüzde 30’un üzerinde devalüasyon yapıldı, gübre/enerji ve ulaştırmada sübvansiyonlar sonlandırıldı, dış ticaret serbestleşti, yabancı sermaye teşvik edildi. kur transferi kolaylaştı, sıkı para ve maliye politikaları ile ücretler baskı altına alındı.
12 Eylül askeri darbesinin asıl amacı…
Kararları tam olarak uygulamak için de anarşi bahane edilerek 12 Eylül’de sabaha karşı bir askeri darbe yapıldı. Nedense 11 Eylül’de bitmeyen anarşi, 12 Eylül’de sona ermişti. Darbe sonrası bu kararlar askeri yönetim tarafından harfiyen uygulandı, ülke IMF, Dünya Bankası ve diğer uluslararası finans kurumlarına açık hale getirildi
En çok tarım etkilendi…
Kararlarda “akaryakıt, tarım ürünleri ve Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) fiyatları, enflasyonu önleyecek şekilde ayarlanacaktır” şeklinde düzenlenen madde ile çiftçiler ilk kez neoliberal politikalarla tanıştılar, ardından köylerini terk ederek İstanbul’a akın etmeyi hızlandırdılar. Ne de olsa İstanbul’un taşı toprağı altındı, Yeşilçam’da da zengin kız, sınıf farkına rağmen köyden gelip inşaatlarda çalışan fakir oğlanı seviyordu.
Tarım sömürüye açık hale geldi…
Kararlarda ihracat hedeflendiğinden ve tarım ürünlerinden başka Türkiye’nin satacağı pek bir şey olmadığından iç tüketimde kısıtlamalara gidildi, uluslararası piyasalarda rekabet etmek için ürünlerin fiyatı ucuzlatıldı, bunun sonucunda tarımsal ürünlerin taban fiyatları düşük tutularak çiftçilerin gelirleri azaltıldı. Tütün başta olmak üzere, birçok ürüne kota getirildi ve İstanbul daha da kalabalıklaştı.
Ardından özelleştirmeler başladı. Piyasayı regüle eden ne kadar KİT varsa birçoğu “devlet et-süt satar mı?” diye özelleştirildi.
Bunlardan…
Çiftçilere örnek olsun diye 1925’te kurulan Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ),
Pancar üreticisi desteklensin ve stratejik öneme sahip bir ürün olan şeker elde edilsin diye 1935’te kurulan Şeker Fabrikaları AŞ (TŞFAŞ)’in önemli bir kısmı,
Köylünün elindeki pamuk değerlensin diye 1933’te kurulan SÜMERBANK,
Yerli basma üretilsin diye 1937’de kurulan Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası,
1937’de kurulan Zirai Kombinalar İdaresi,
1938’de Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu (Daha sonra bu iki kurum, Devlet Üretme Çiftliklerine dönüştürüldü),
Köylüye ucuza tarımsal girdi sağlansın diye 1944’te kurulan Türkiye Zirai Donanım Kurumu (TZDK),
Ülke hayvancılığı ve balıkçılığı gelişsin ve mevcut hammadde değerlensin diye 1952’de kurulan Et ve Balık Kurumu (EBK),
Hayvancılık gelişsin diye 1956’da kurulan YESTAŞ,
Köylünün ürettiği çiğ süt değerlensin diye 1963’te kurulan Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu (yaygın biline adıyla SEK),
Ayni yıllarda kurulan Yem Sanayi TAO (YEMSAN),
Ayrıca
TEKEL,
Tarım Kredi Kooperatifleri,
Özelleştirilerek işlevleri sona erdirildi.
Ve tarlalar neoliberal sömürünün açık alanları haline getirildi.
Kaynak:Egeli Gazetesi