Sadece uyurken ve yerken duruyorlar: Göçerler
Dilan ESEN
Ülkenin farklı kentlerinde yaşayan kadınların sorunları aslında ortak. İstanbul’un göbeğindeki kadınlar cinayetler, şiddet, emek sömürü gibi baskılarla mücadele ederken bu durum Ordu’da, Kars’ta, Konya’da, İzmir’de, Mardin’de ve Antalya’da da ne yazık ki hiç farklı değil. Yaşam mücadelesini neredeyse bir savaş verircesine sürdüren göçer kadınlar da buna bir örnek.
Ardahan Üniversitesi halkbilim bölümünde doktora eğitimi alan Özlem Akgün, aylardır göçerlerin yaşamını inceliyor. Yılın çok büyük bölümünü Van, Siirt, Mardin’in yaylarında hayvancılık yaparak geçiren göçerlerle 7 ay boyunca yaşayan Akgün, baharda tekrar yanlarına gidecek. Akgün, hem kendi yaşadığı zorlukları hem de kadınların dur durak bilemeden, usanmadan nasıl çalıştıklarını, neler yaşadıklarını anlattı.
Çobanlıktan süt sağımına, çadırların kurulmasına, 50 litrelik bidonların taşınmasına kadar en ağır işleri kadınların yaptığını söyleyen Akgün, bunca sorumluluğa rağmen kadınların karar alma konusunda söz hakkının olmadığına dikkat çekti.
Bir sabah dışarıdan gelen “Güm, güm, güm” seslerine uyandığını söyleyen Akgün, şunları dile getirdi: “Ne oluyor, diye çadırdan çıktım, erkeklerin hepsi uyuyor, göçer kadınlar çadırların etrafındaki kazıkları çakıyordu. Çok rüzgâr olduğunu ve çadırların uçmaması için yaptıklarını söylediler. ‘Neden siz yapıyorsunuz’ diye sorduğumda ‘Erkekler yapmaz ki’ dediler.”
KADINLAR HER ŞEYDEN SORUMLU
Göçerlerin Düderan, Alikan ve Soran aşiretleri olarak yaylalarda yaşadığını belirten Akgün, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Aşiretler birbirleriyle iletişim kurar ama aynı yaylayı paylaşmıyorlar. Kan bağı ve soy birliğine önem veren bir toplum. Zaten bu yüzden yalnızca kendi içlerinde evleniyorlar. Birbirleriyle akraba oldukları için de çok fazla engelli çocuk dünyaya geliyor. Bir aşirette her ailenin en az 5 çadırı var ve bunlardan kadınlardan sorumlu, daha doğrusu kadınlar her şeyden sorumlu. Göçer kadınlar çok çalışıyor.”
DİNLENMEK YOK
Çobanlığı çoğunlukla erkeklerin yaptığını belirten Akgün, kadın çobanların da olduğunu ifade etti ve şöyle konuştu: “Fark şu, erkekler gece de çobanlık yapıyor. Mesela Ayten sabah erken kalkıyor, koyunlara yemek veriyordu. Sonra kendi koyunlarını alıp dağa gidiyordu, akşam olunca geliyordu. Ayten hem çobanlık yapıyor hem de geldiğinde çalışmaya devam ediyordu. Temizlik, yemek yapıyordu. Kadınlar da sabah erken kalkıp sütle lor peyniri yapıyorlar. Daha sonra da şehir merkezine inip o peyniri satıyorlar. Kadının kızı varsa kızı şehre götürüp satıyor yoksa kendisi. Babası peynirlerle birlikte kızını bırakıyor, peynirler satıldıktan sonra ya da akşam olunca alıp yaylaya yeniden çıkarıyor. Sonra kız o parayla akşam erzak alıyor ya da evin erkeğine veriyor. Kadın olmadan göç olmuyor. Sabah saat 5’te kalkar süt sağar, çocuklarını sırtlarına alırlar, çadırlarını toplarlar ve yanlarında erkeklerle çobanın yanına giderler. Orada çadırlarını kurarlar, sütlerini sağıp peynirlerini yaparken aynı zamanda yemek de yaparlar çünkü çoban erkekler yemek yiyecek. Kadınlar hiçbir şekilde dinlenmeden tekrar süt sağıyorlar.”
DOĞURUP ERTESİ GÜN YİNE ÇALIŞIYOR
“Kendi hamileliklerinden çok o hayvanların doğurması önemli” diyen Akgün, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Onlar için en önemli şey hayvanları, bu yüzden çocuklarla ilgilenmiyorlar. Korunma yok. Çok çocuk yapıyorlar. ‘Nereye kadar doğuracaksın’ diye sorduğumda ‘Allah verdikçe doğuracağız ne zaman keserse o zaman bırakacağız’ diyorlar. Kadın doğurmak üzere ama yemek yapıyor, çalışıyor. Yaşlı kadınlar geleneksel yöntemlerle geliyor, karnına vuruyor, öyle doğuruyorlar. Bir inanışları var. Kadın doğum yaparken kocası geliyor, karnına tekme 3 defa… ‘Ben vurdum ki senin karnına uğur getirsin, ağrın kesilsin’ diyor. Doğuruyorlar, ertesi gün kalkıp çalışmaya devam ediyorlar. Başlık parası ve kuma da devam ediyor. 40 yaşında Almanya’da yaşayan biri amcasının kızıyla evliyken bir de amcasının kızını kaçırmış. Önce Sadiye’nin kardeşini istediler, kabul etmedi. Sonra 100 bin liraya anlaştılar. Şimdi amcasının yanında, akşama kadar ölüyor, sürekli çalışıyor. 14 yaşındaki bir kızla 16 yaşındaki bir çocuk nişanlıydı. Neden bu yaşta nişanlandıklarını sorduğumda, ablasının kaçtığını karşılığında da kardeşini o çocuğa verdiğini söylediler. Hayvanlara bakan kız çocukları ama erkek çocuk demek onlar için para demek. Erkek, erkek çocuğu yoksa kesin tekrar evleniyor. Onlar için kız çocuklarının faydası erkek çocuklarına başlık parası çıkması. Berdel çok fazla. Bir kız istemeye katıldım. Birbirlerinin çocukları üzerinden pazarlık yapıyorlar.”
Kadınların yaptığı ağır işlerden de bahseden Akgün, “İçine yem koyulan 2 metrelik tahtaları kadın sırtına alıp sırayla diziyor. Ağır torbaları getirip yemleri boşaltıyor. 20, 30, 50 kiloluk su bidonlarını tek başlarına kaldırıyorlar, bütün ağır işleri kadınlar yapıyor. Sema Nur engelli, bir tarafı felçli ama çadırda tüm işleri yapıyor. Down sendromlu çocuğa da çobanlık yaptırıyorlar. Yatalak olmadığı sürece muhakkak çalışıyorlar” diye konuştu.
‘KANADINI KIRDIM’
“Şiddet var. Erkek, iki kumasını birden dövebiliyor. ‘Hata yapıyorlar’ diyerek dövüyor” diyen Akgün, bir kadının anlattıklarını şöyle aktardı: “Bir defa ben içeri geldim, yeni evlenmiştim. Eşimden su istedim. Bana ‘kendin al’ dedi. Sonra elindeki değneği fırlattı.” Akgün sözlerini şöyle sürdürdü: “Değnekle kadının omuzunu kırmış. Erkek, ‘Sadece bir tokat vurabilirdim ancak bana karşı gelinmemesi gerektiğini öğrettim’ dedi. ‘Hürlüğünü, dilini kırmak için kuma getirdim’ diyor. Kadınlık gururunu kırmak için başka biriyle evleniyorlar. ‘Niye’ diye sorduğumda ‘Kanadını kırdım artık uçamaz’ diyorlar.”
ÇOCUKLAR OKULA GİTSİN
Göçer çocukların okula gitmesini isteyen Akgün, “Okul olsa, sağlık ocağı olsa buranın yapısı değişir. En azından çocukların okuma-yazması olur. Çok nadir yatılı okula gönderiyorlar çocuklarını ancak kız çocuklar kesinlikle okutulmuyor. Erkeklerden de 50 çocuktan belki bir ikisi gidiyor yatılı okula. Onun dışında da eğitim yok. Keşke destek olsa” dedi.
BEN DE DEĞİŞTİM
“Siirt’ten Düderan aşiretiyle Van Aşkale’deki yaylada görüştüm önce. Buradan başka bir yaylaya geçtim ve orada Alikan aşiretiyle tanıştım. Daha sonra da Soran aşiretiyle. Bu 3 aşiretin de yaptıkları iş aynıydı fakat hayvancılık faaliyetleri farklıydı. Hayvanları en çok olan Alikan aşireti bazı geleneksel uygulamaları kaldırmış. Düderan aşireti daha geleneksel yaşıyordu. İçlerinde en az hayvanı olan da Soran aşiretiydi. Sürekli git gel yaptım. Devlet yasak koymuştu, epey geç geldiler. İlk gittiğimde çok zor gelmişti. Kendi kendime ‘Neden böyle bir konu seçtim’ diye düşündüm. Ama aramızda bir güven oluştu. Onlar da beni sevdiler. Dağların arasında çok ilkel yaşayan bir halk, bir kadın gelip içlerine girdi. İlk gittiğimde geceyi nasıl geçireceğimi düşündüm. Erkekler ve kadınlar aynı çadırda yatıyordu. Bana da aynı çatırda yatak serdiler. Benim için kuzu kesmişlerdi ama ben et yemiyorum, hayvansal gıda tüketmiyorum. En çok problem yaşadığım iki şey vardı; biri banyo, ikincisi de gıda. Ama beni de değiştirdiler.”