Sorting by

×
GüncelTarımTeknoloji

Necati Saygılı, Su ve Sulama üzerine..

Su kaynakları

Yeryüzünün 2/3’ü sularla kaplı; bunun ancak %2,5’ini tatlı sular oluşturuyor. Tatlı suların büyük bölümünü kutup bölgelerindeki buzulların oluşturması, ulaşılabilir olanı kısıtlıyor.

Güneş enerjisiyle buharlaşan deniz suları iklimsel döngülerle yeryüzüne yağmur, kar şeklinde inmesi sayesinde bu sınırlı kaynak sürdürülebilirliğini koruyor. İklim değişiklikleri ile düzensiz yağışlar, Dünya genelinde bir su krizi yaşanma olasılığını yakınlaştırmış görünüyor.

Su zengini ülkeler, kişi başı yıllık 10 bin m3 su miktarına sahip iken Türkiye, 1.350 m3 su varlığı ve yıllık 300 mm ile 2500 mm arasında çok farklı yağış alan bölgeleri ile yarı kurak bir ülkedir. 2030 yılına kadar nüfus artışı etkisiyle bu miktarın 1000 m3’e ineceği hesaplanıyor. Dolayısıyla su kıtlığı eşiğinde olduğumuz unutulmamalı.

Türkiye, su havzası bakımından sınıraşan nitelikli akarsulara sahip. Çoruh, Fırat-Dicle, Asi Nehirleri yukarı havza; Meriç ve Aras Nehirleri İle aşağı havza konumundadır. Su kaynaklarımızın %35’i sınıraşan nehir havzalarından geliyor.

Sınıraşan sulardan yararlanmada kıyıdaş ülkelerin birbirlerine “significant harm-önemli zarar” vermemeye dayalı bir politika izliyor. Sorunların, üçüncü tarafların müdahalesi olmaksızın yalnızca kıyıdaş ülkeler arasında ele alınması; kıyıdaş ülkelerin kendi topraklarındaki suyu kullanmada egemen olmakla beraber, sınıraşan suların hakkaniyetli, makul ve optimum kullanımı esastır; tezini savunmaktadır.

Ülkemizde tatlı Su Kullanımı 2018 verilerine göre, %72 tarım-hayvancılık, %18 sanayi, ve %10 evsel ihtiyaçlar içindir.

Su Yönetimi

Türkiye 25 Su Havzasına ayrılmış. Kaynak noktalarını birleştiren çizgi ile çerçevelenen ve nehrin denize veya göle aktığı yere kadar olan alana Havza deniyor. Havzaların su potansiyelleri gibi barındırdığı nüfus yoğunlukları da dengesizlik arzediyor.

Bütüncül bir yaklaşımla Su Yönetimi ilk, 1954 yılında kurulan, Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğüne verilmiş. O kapsamda Su Havzalarının planlanması, izlenmesi, geliştirilmesi, korunması, suyun etkin kullanımı, barajlar yapımı, sulama kanalları kurulması gibi önemli çalışmalar yapa gelmiş. Bunları hem sahada hem de masa başında yapacak pek çok uzman eleman yetiştirmiş.

2011’de Su ile ilgili, ülkemizin kısa ve uzun dönemli su yönetimi stratejisinin geliştirilmesi, su yönetimi ile ilgili kurum ve kuruluşlar arasında eşgüdüm sağlanmasına yönelik bilgi üretmek üzere, Su Enstitüsü Başkanlığı SUEN kurulmuş: 2018’de ise ilgili kurum-kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak görevi ve hepsi memur 211 kişilik kadrosu ile Su Yönetimi Genel Müdürlüğü SYGM kurulmuş. O kapsamda DSİ de Tarım Orman Bakanlığına bağlanmış.

2018 verilerine göre Su Yönetiminde mevcut duruma dair şu bilgilere rastlanıyor:

Türkiye’de su yönetiminde söz ve sorumluluk sahibi birçok makam, kurum ve kuruluş bulunuyor. Bunlar arasında dört Bakanlık (Tarım ve Orman, Çevre ve Şehircilik, Enerji ve Tabii Kaynaklar ile Sağlık); Büyükşehir Belediyeler, Belediyeler ve Valilikler bulunuyor.

SUEN’nün yedi yıllık incelemelerine ve yeni kurulan SYGM’nün belirlemelerine göre ilgili kurum ve kuruluşların katılımı ve katkıları koordine edilerek aşılacak Su Yönetiminin Sorunları arasında şunlar öne çıkıyor;

Çok başlılık ve kurumlar arası koordinasyon eksikliği,
Kalifiye eleman eksikliği,
Kirlilik oluştuktan sonra bertaraf odaklı yaklaşımlar,
Suyun verimli ve etkin kullanılmaması,
Bilgi paylaşımı, sahaya yansıtma, kaynakların etkin kullanımı vb ytmz ve dağınıklık,
Türkiyenin göz bebeği GAP projesi, barajları, elektrik santralleri dolayısıyla Atatürk Barajı ile bağlantılı tarımsal sulamadan söz edilişine Sanayi ve Teknoloji Bakanlığına bağlı GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı (BKİB) belgelerinde rastlanıyor.

BKİB Tarım konusunda görevini, Sulama Kanalları yapımı, Sistemlerin Yönetimi ve yararlanmaya dair kırsal nüfusun bilgi ve deneyimini artırma amaçlı eğitim faaliyetleri ile sınırlandırmış; sahadaki faaliyetleri ise çiftçi örgütleri, özel ve gönüllü kuruluşlara bırakmış.

GAP Bölgesinde bulunan 7,5 milyon ha tarım arazisi, Türkiye’nin yaklaşık 28 milyon ha tarım alanının %26,8’ine eşit. Ülkenin su potansiyelinin de 1/4’ü GAP Bölgesinde. 7.5 milyon hektarın 3,2 milyon ha’lık kısmı tarımsal faaliyetlere gayet elverişli olup ⅔’ü (yakl. 2,1 milyon ha) sulanabilir potansiyele sahip. Bu, Türkiye’nin sulanabilir arazisinin %20’sine eşit.

2019 itibariyle 2,1 milyon hektar sulanabilir arazinin ancak %27’si (572 bin ha) açık kanal sulama şeklinde faal; %6,5 (yakl.131 bin ha) şebeke inşa halinde; 1,1 milyon ha (%52) arazinin sulanması ise proje ve planlama aşamasında imiş. İnşa halindeki şebeke yatırımı bitmiş ise GAP Bölgesinde sulanabilir toprakların %33,5’i (⅓’ü) sulanabiliyormuş.

Bu durum, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Katar Devleti Hükümeti arasında Su Yönetimi Alanında 26 Kasım 2020’de İşbirliği Mutabakat Zaptı imzalanmasının gerekçesi olabilir.

SYGM, Şehirlerdeki şebeke kayıpları ile yanlış sulama yöntemlerinden ileri gelen kayıpları önleyecek, verimli su kullanımı imkanlarını artıracak yatırımlara öncelik verilmesi öneriyor. Tarımsal sulamada, basınçlı borulu sisteme geçilmesi ve kirletilmelerin önlenmesi üzerinde duruyor.

Tarım Bakanlığının 2019-2023 Stratejik Planında yer alan, teşkilat yapısındaki değişikliklerin sıklığı, Tarım sektöründe kaynak kullanımı ve katma değeri yüksek sürdürülebilir üretimde henüz arzulanan noktada olunmadığına işaret olsa gerek. Nitekim 2021 tarihli bir Gazete haberinde çeşitli kanunlarda değişiklikleri öngören ve Su Kaynakları yönetimini tek elde toplayan bir Su Kanunu hazırlıkları yapıldığı; 2021 Su Şurası kararları arasında Su Yönetimi Yüksek Kurulu oluşturulacağı da bildiriliyor.

Sorunlara bütüncül yaklaşmadan her birini besleyen yapı taşı nitelikli temel nedenlerde iyileşmeler yapmadan sürdürülebilir çözümün olanaksızlığı anlaşılmamış. Asıl sorun bu!…

Sorunların kökeni

Kamu yönetiminde ehliyet ve liyakata önem verilmesi, nitelik dokusu gelişkin bireyler yetişmesini, Eğitim süreçlerinin de kendini o ihtiyaca göre düzenlemeye zorluyor. Gelişmiş nitelik dokusu bol insanların toplumu, kendi sorunlarını kendisi çözüyor; ülkesi de gelişmiş oluyor. Ehliyet ve liyakat, ülkeye neler kazandırıyor; önem vermemek ise neleri kaybettiriyor!..

Kaynakları israf etmemek, kirletmemek ve verimli şekilde kullanmak, ilkesel değerlerdendir. Bu değerleri gözetici toplumsal davranışlar, bireylerin nitelik dokusunu geliştiriyor; Doğa ile uyumlu, sürdürülebilir üretkenliğin gereği olan Gözetici Bencillik kalıcı oluyor.

Gözetici Bencilliğin ahlaki caydırıcılığı ile cezalandırıcı yasaların önleyiciliği yetersiz kaldığı dönemlerde Doğayı ve onunla uyumlu ortamları, unsurları istismar eden, zarar veren insan davranışları, yani Sömürücü/Yıkıcı Bencillik ortaya çıkıyor. Hatta fırsatını bulunca arsızlaşıp egemenlik bile kurduğu biliniyor..

Bu tür bencillik, kanser hücresi gibi bütün alanlara yayılıyor. Kısır sıradanlıkla yozlaşma ve yoksullaşma kaçınılmaz oluyor.

Gözetici Bencillikle sağlanacak Rekabet gücünü ve/ya refah konforunu elde tutmanın yolu, Kamusal kaynakları kirletmek, tahrip etmek; yani Sömürücü/Yıkıcı Bencillik olAmaz. Bunu mazur gösterici nedenlere sığınmak, “kul hakkı yemeyi savunmaktır”. O yol, ahlaki düşüklük olup önlenemez ise herkes kaybeden olacaktır. Toplu yaşam Hukukunda bunun yeri yoktur.

Öyle görünüyor ki, görev, yetki ve sorumluluğun dengesiz dağılımı ile emanetin ehline tesliminde ihmaller, Sömürücü/Yıkıcı Bencilliğin egemenliğine meşruiyet kazandırmış; başka sorunlarda olduğu gibi tarımın girdilerinde de sorunsuzluk halinden uzaklaşılmış; Su Yönetimi de bundan nasibini almış.

Toplumun Ortak Yarar’ını güvence altına alan; Adil Yaşam’ı olanaklı kılan hukukun üstünlüğü ilkesi egemen olmadan sorunsuzluk hallerine ulaşmak pek olanaklı görünmüyor. Sorunların ve çözümlerin kaynağı kuşkusuz, insanların davranış alışkanlıklarıdır. Öyle ki, o davranışları sahibine de zarar vermesine rağmen o alışkanlıkları ile yaşamaya devam ediyor. Asıl sorunumuz, bu ve benzeri yıkıcı bencil alışkanlıkların nasıl değiştirileceğidir. Yetkin akıl işe yarayabilir.

Tarımda yeni yönelimler

Korona salgını ile gündeme gelen; ancak 2007-2008 Gıda fiyat Krizi ile tetiklenip özellikle Güney Yarım Küre ülkelerinde büyük ölçekli tarım arazileri kiralama ve/ya satın alma şeklinde gelişen Arazi Gaspı, su kaynaklarına el koymayı da beraberinde getiriyor.

Amaç, Tahıl üretimi gibi algılansa da asıl amacın biyoyakıt üretimi olduğu anlaşılıyor. Su kaynağına yakınlık ile ucuz işgücü, toprak gaspını cazip kılıyor.

Ülkemizde tarım sektörünü içine alarak gelişen ekonomik süreç, kırsalda yaşayan halkı çiftçilikten uzaklaşmaya, dolayısıyla köyünü terk edip şehre göçmeye, arazilerini de kim olduklarını bilmedikleri alıcılara satmaya yönlendirdiği gözleniyor. Hikayelerine tanık olduğum örneklerde çiftçiler, “eli çantalı vekil kişilere satıyoruz” diyorlardı.

Kimliklerini merak edip öğrenmedikleri alıcılar, para aklama ve/ya rant amaçlı iseler, şimdilik kendileri kullanmayıp ilk sahiplerinin ekip biçmesine izin veriyor olmaları, arazilerin el değiştirmesinde teşvik edici oluyor. Tarım yapılacaksa mevcut su kaynaklarının da gaspı söz konusu demektir. GAP gibi stratejik bölgelerde de geniş çaplı araziye konma söz konusu ise tehlike hafife alınamaz.

Sonuç

Tarım, stratejik bir sektör olarak her ülke için çok önemlidir. Çalışma koşulları ve yaşam ortamlarının güçlüğü yanında, doğa ile iç içe yaşamanın avantajlarını da taşıyor. Tarımsal üretim, sırf ekonomik verimlilik kriteri ile değerlendirmek doğru değildir. Bütün ülkeler, tarımsal üretimin verimliliğini artırıcı bilgi ve teknolojik kolaylaştırıcılarla birlikte girdi ve ürün fiyatlarına destek vererek tarımı ayakta tutuyorlar.

Ülkemizde tarımsal faaliyet öteden beri küçük aile işletmeciliği şeklinde çiftçiler eliyle yapılagelir. Küçük işletmelerde sürdürülebilir verimliliği artırmanın yolu, kooperatifleşerek dayanışmaktan geçiyor. Ancak güvenilirlik yetmezliği bu aracı yararlanılamaz hale sokmuş.

Dayanışmacı yaklaşımı zehirleyen güvenilirlik yetmezliğinin kök sorun olduğunu görmezden, gelerek sadece maddi destek sağlamakla tarımsal aktiviteyi sürdürülebilir ve verimli kılmanın mümkün olmadığı ne yazık ki, anlaşılmış değil.

Öncelikle güvenilirlik yetmezliğine yol açan nedenleri etkisizleştirmek, güvenilirliği yeniden diriltmeye ağırlık vermek gerekiyor.

Adil rekabet ortamını zehirleyen davranış sahiplerini caydırıcı, yaptığına pişman edici yasal ve ahlaki koşulları hayata geçirmek, sadece tarımsal üretimde dayanışmayla başlayan birçok olumlu sonuca yol açmakla kalmayacak; ortak yaşam alanlarında boğuşmakta olduğumuz sayısız sorunlarımızın etkisini törpüleyici de olacaktır.

Güvenilirlik eksikliğin arkasında yıkıcı bencil davranışlar yatıyor. Bencillikle Mücadele, strateji belgesinde ahlaki boyutu ile alınmış; paylaşacak katılımcılarını bekliyor.

Görüleceği üzere konu, bireysel davranışların denetimi; kendimize ve başkalarına zarar veren alışkanlıklarımızı değiştirmeyle ilgili. Gelişmiş toplumlarda bireylerin dayanışan, artı değer üreten ortak özelliklerine göndermeler var.

Bir sosyo-ekonomik politika,açıkça belirlenmiş Ahlaki İlkelere ve gelişmiş Hukuk Sistemine dayanmıyorsa, güven ortamı oluşumuna da Kooperatifleşme sayesinde Sivil Toplumun güçlenmesine yetmiyor. Doğallıkla; Tarım Toprakları gibi Su Yönetimi önündeki olumsuzlukların giderilmesi de mümkün alamıyor.

İstanbul, 12.04.2022

Dr. Necati Saygılı