Müftülüğün İstanbul’un ilk botanik bahçesini nasıl yuttuğunun hikayesidir
Yazar Aslı Biçen, ‘Bir Bahçe Kurmak’ başlıklı yazısında İstanbul’un eski has bahçeleri, bağları ve bostanlarından söz ederek güzel bir bahçenin içinde bulunmanın eşsizliğinden bahsediyordu. Bu yazıda ise İstanbul Müftülüğü’nün ‘yuttuğu’ Türkiye’nin ilk botanik bahçesi Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi’nin hikâyesini okuyacaksınız.
Karaköy’den Süleymaniye Camii’ne baktığınız zaman caminin sağ tarafında yeşil bir alan görürsünüz. O yeşil alan Türkiye’nin 20 dönümlük (yaklaşık üç futbol sahası) ilk botanik bahçesinin, yani Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi’nin yeri. Dışarının hengâmesini içeriye girdiğiniz anda yüzünüze vuran sıcaklıkla unuttuğunuz, milyonlarca yıllık yaşayan fosil bitkilere ev sahipliği yapan, solunda Haliç, sağında İstanbul Boğazı’nın bulunduğu eşsiz bir bahçe burası.
Gelgelelim bu bahçe 2015 yılında Diyanet’e devredildiği için bakımsızlıkla karşı karşıya. Bir zamanlar bilimsel araştırmalar yapılan İstanbul Üniversitesi Botanik Enstitüsü binası da artık metruk bir halde.
Nasıl doğdu?
Botanik bahçesi elbette güzel günler de gördü. Eskide kalan o zamanlarını hatırlayalım:
Nazi rejiminin baskısından ötürü İstanbul’a taşınan bitki bilimciler Ord. Prof. Dr. Alfred Heilbronn ve Ord. Prof. Dr. Leo Brauner, zoolog Ord. Prof. Dr. Andrea Naville’le birlikte bu bahçeyi 1933’te kurmuş. İki yıl sonra bahçenin yanına botanik enstitüsü binasının temelleri atılmış. 1937’de enstitüde eğitim ve öğretim başlamış. O zamanlar bahçenin ismi Hortus Botanicus İstanbulensis imiş.
Kurulduktan sonra Dünya Botanik Bahçeleri Birliği’ne üye olan bahçe, ilk zamanlarda 178 bitki cinsine ev sahipliği yapıyormuş. Dünya çapında 500’e yakın bahçeden tohumlar getirtilmiş. Türkiye çapında o zamanlarda 11 ciltlik bir flora oluşturulmuş. Enstitü buraya katkıda bulunmuş. Araştırma sonucunda 10 bin 350 bitki türüne ulaşılmış. Hatta alt türlere inince bu sayı 12 bine kadar varmış. Floraya her sene 70-80 yeni tür katılıyormuş.
Türkiye’deki bitki çeşitliliğinin boyutunu anlatabilmek için şu bilgiyi vermekte fayda var. Avrupa kıtasının genelinde toplamda 13 bin bitki türü bulunuyor. Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi’nde ise parsellere 127 familyadan 400 adet ağaç ve çalıyla birlikte yaklaşık 3 bin 500 adet otsu bitki yayılmış; seralarda çeşitli cinslerden 2 bin 500 bitki yetiştirilmiş. Toplamda 5 bine aşkın bitkiye ev sahipliği yapan arazi eğimli bir yapıya sahip olduğu için toprak aşınmasını teraslar yaparak engellemişler.
Botanik bahçesi bünyesinde soğuk ve sıcak ülke bitkilerinin yetiştiği farklı ısı ve boyutlarda yedi sera bulunuyor. Buralarda tropikal ve subtropikal ortamda yetiştirilen otsu ve odunsu yapıda bitkiler ve epifitik (bir başka bitkinin üzerinde ona zarar vermeden yaşayan) bitkiler yaşıyordu. Tropik seralarda kahve, kakao, mango, ananas, narenciye türleri ve muz türleri yetiştirilebiliyordu.
Böcek kapanlar, nilüferler, orkideler, kaktüsler, begonviller, sulak alan bitkileri, Nil ve Amazon nehirlerinden getirilen bitkiler… Bunlar bahçedeki binlerce türden yalnızca birkaçı. Bunların dışında tarihi 180 milyon yıl öncesine dayanan mabet ağacı ve ginkgo, 350 milyon yıl öncesinden gelen sago palmiyelerine de yuva olmuş burası.
Koi balıkları yüzüyor
Bahçe bünyesinde 15’i seralarda olmak üzere değişik boyutlarda toplam 23 havuz bulunuyor.
Zehirli bitkilerin de bulunduğu bir seranın kenarlarında ve yerden yüksekte demir yürüme bandı yer alıyor. Buradan geçerken aşağıdan tırmanarak demire tutunmuş sarmaşıkları görüyoruz. Dev palmiyelerin altından alocasia ve starliçeler uzanıyor. Uzaktaki köşede kaktüsler yaşıyor.
Bitkilerin arasından yürünebilen bir serada üzerinde nilüferlerin yattığı bir havuz karşılıyor bizi. İçerinin nem ihtiyacını karşılayan havuzun üzerinden epifit bitkiler (keçi sakalı) sarkıyor. Başka bir havuzun içinden yeşil kalın gövdesiyle bir muz ağacı yükseliyor. Kırmızı muz bile yetişiyormuş burada.
Açık havada yer alan bir havuzda ise koi balıkları yaşıyor. Akıntının tersine yüzmesiyle ünlü koi balıkları kıvrıla kıvrıla yüzüyor.
Müftülük bahçeyi kapattı
İki bahçıvanın ilgilendiği bahçede hâlâ ders işlenebiliyor ama sadece dersi olan öğrencilerin girmesine izin veriliyor. Önceleri İstanbul Üniversitesi’nde öğrenim gören herkesin girebildiği bahçe ilköğretim öğrencilerine de gezdiriliyormuş. İzin aldığı sürece isteyen herkes ziyaret edebildiği bahçe üniversiteden alındıktan sonra bu uygulama değişmiş. Şimdilerde kapıdaki güvenlik görevlisi bahçenin kapalı olduğunu söylüyor.
Enstitüsü binasında önceleri tohumlar üzerinde bilimsel çalışmalar yürütülüyor, genetiği değiştirilmiş organizmalar üzerinde incelemeler yapılıyormuş. Binanın şimdiki hâli terk edilmişlik hissi uyandırıyor.
İlk işaret 1993’te verildi
Peki bahçe bu aşamaya nasıl geldi?
Bahçenin yanındaki iki katlı enstitü binası ilk zamanlarında dört katlıymış. Üst iki katı 1957 yılında Menderes İmar Hareketleri kapsamında Süleymaniye Camii’nin siluetini bozduğu gerekçesiyle yıkılmış. Bahçenin tarihçesinin ve bitki varlığının anlatıldığı kitapçığa göre Prof. Heilbronn inşası için hayli gayret sarf ettiği bu binanın yıkımına tanık olmuş.
İÜ Fen Fakültesi Dekanlığı ve rektörlüğün çabasıyla iki kat kurtarılmışsa da bahçe ve enstitü binası için tehlike henüz geçmemiş. 1993’e gelindiğinde Süleyman Demirel başbakanken müftülük bahçe üzerinde hak iddia edip kullanıcıları ‘işgalci‘ olarak tanımlamış. Bu hamle karşısında biyologlar, öğrenciler ve çevreci kuruluşlar ayağa kalkmış, bahçede basın açıklaması yapmış. Cumhuriyet gazetesi, açıklamayı, 23 Ocak 1993 tarihli sayısında ‘Bu bahçeyi müftü ne yapacak‘ başlığıyla duyurmuş.
Müftülük tepkiler üzerine geri adım atmış ve talebinden vazgeçmiş. Bahçe iki yıl sonra SİT alanı ilan edilip içindeki bitkiler ‘korunması gereken tabiat varlığı’ olarak tescillenmiş. Bahçenin bulunduğu alan da 1996 yılında İstanbul Üniversitesi’ne tahsis edilmiş.
Atanmış rektör devreye giriyor
Bu gelişmeden sonra uzunca bir süre bahçeyle ilgili endişe edilmesi gereken bir vakıa yok. Ta ki 2013’e kadar.
Dönemin cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından İstanbul Üniversitesi rektörlüğüne atanan Prof. Dr. Yunus Söylet, Nisan 2013’te bir televizyon programında rektörlük seçimleri, tam gün yasası ve üniversitedeki gelişmelere ilişkin konuşurken botanik bahçesiyle ilgili baklayı ağzından şöyle çıkarıyor: “Özellikle sayın başbakan (Tayyip Erdoğan) şunu istiyor: Burasını da biz eski tarihi kimliğine kavuşturalım. Ben şöyle söyleyeyim, bir altı ay öncesine kadar benim bazı tereddütlerim vardı bu konuyla ilgili, ama altı ay kadar evvel Diyanet İşleri başkanımız geldi ve ilk defa gördüğüm bir tarihi fotoğraf çıkardı. Hakikaten orası eski meşihat dairesi, eski şeyhülislamlık, duvarlarıyla bahçesiyle… Ama bir taraftan da 60 yıldır da İstanbul Üniversitesi’nin orada botanik bölümü ve bahçesi var. Bir taraftan tarihi yeniden canlandıracağız, ama bir yandan da öğrencilerimizin ve bahçemizin de zarar görmemesini istiyoruz.”
Bitkilerin yüzde 10’u kurtarılabildi
Bu açıklamadan kısa bir süre sonra İstanbul’dan başlayarak Türkiye’nin 80 kentine yayılan Gezi Parkı eylemleri başlıyor. Belki bu sebeple birkaç yıl daha bahçenin taşınmasıyla ilgili görüş dile getirilmiyor.
Ağustos 2015’e gelindiğinde Fatih belediyesinin CHP’li meclis üyesi Fazıl Uğur Soylu, Başbakanlık İletişim Merkezi’ne dilekçe yazarak bahçenin durumunu soruyor. Topkapı Emniyet Müdürlüğü, Soylu’ya verdiği yanıtta bahçenin İstanbul Üniversitesi’ne tahsisinin kaldırıldığını, müftülük hizmetlerinde kullanılmak üzere Diyanet İşleri Başkanlığı’na tahsis edildiğini bildiriyor.
Bahçe işte o zamandan beri kuruma tehlikesiyle karşı karşıya. Önce bahçıvan sayısı azaltılıyor. Sonra giriş kapısının üzerinde yazan ‘İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi‘ levhası kaldırılıyor, kapı da kilitleniyor. Yukarıda sayılı bitkilerin yalnızca yüzde 10’u kurtarılabiliyor.
Eskiden demir kapının üzerinde bulunan levha kaldırıldı
Kış bahçesi oluşturulacaktı
Botanik enstitüsü ve bahçe kurumaya terk edilmeseydi bahçenin içinde bir kış bahçesi oluşturulacaktı. Gerekli düzenlemeler de yapılmıştı. Kış bahçesinde otururken bahçede yetişen bitkilerle hazırlanmış çayları yudumlayıp Süleymaniye sırtlarından İstanbul izlenebilecekti. Gelirle de bahçenin giderleri karşılanacaktı. İstanbul manzarasını aynı açıdan izlemek için artık tek seçenek Süleymaniye Camii’nin karşısında sıralanmış kafelerin yerleri fayans kaplı terasları.
Kış bahçesi olarak tasarlanan bölüm
Bahçenin sorumluluğu müftülük ve dolayısıyla Diyanet’te olduğu için dini referansların bitkilerle ilgili ne dediğine baktığımızda ağaçların ve bitkilerin korunarak gelecek kuşaklara miras olarak bırakılmasının öğütlendiğini görüyoruz. Kuran’da Nahl suresinin 12’nci ve 13’üncü ayetlerinin tefsiri şöyle diyor:
“Ama sonuçta bütün canlılar içinde yeryüzünün imkânlarını kendi lehine en iyi şekilde kullanan varlık insandır. İşte bütün bu özellikleriyle gece ve gündüz, ay, güneş, yıldızlar ve yeryüzünün muhtelif bitkileri, doğru düşünmesini bilenleri metafizik hakikatlere yönelten deliller olarak Kur’an-ı Kerîm’de sıklıkla tekrar edilmekte, insanın Allah’a inanıp şükretmesini gerektiren nimetler arasında zikredilmektedir.“
Yaşadığımız kentler beton deryasına dönmüşken İstanbul’un göbeğinde kurulu, endemik türlerin bulunduğu, öğrencilerin eğitim ve öğretim gördüğü botanik bahçesi neden kurutulur? Yoksa Diyanet ve müftülük yaratılanı yaratandan ötürü de mi sevmiyor?
Not: Bu yazıda bahçeyle ilgili hafıza çalışması yapan Dilşad Aladağ ve Eda Aslan’ın Manifold’dan yayımlanan Bir Yerin İzinde Pek Çok Yer kitabından, Arkitera’da yayınlanan yazılarından ve İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nin yayınladığı tarihçe ve bitki varlığı kitapçıklarından yararlanıldı.