Sorting by

×
ÇevreDünyaEkonomiGüncelKırsal

Madenleri çıkarmadan dış açıktan kurtulabilir miyiz?

Sadi Özdemir

Sanayimizin neredeyse tamamına yakınında hammadde ve ara mamulde çok yüksek oranlarda dışa bağımlı olduğumuza dair cümleleri en çok da sanayicilerimizden duyarız. Sanayimizin üretim yapmak için ithal ettiği maden ve ara mamullere yılda ortalama 40-60 milyar dolar öderiz.

Tarımda, gübre fiyatlarının önlenemez yükselişi her daim çok büyük derttir ve ‘bizden adam olmazcı’ kafaların büyük laflarını süsler. Bazı sanayi kollarında kömürün hem de en yüksek kalorilisinin yerini tutacak enerji henüz icat edilmemiştir. Bu yüzden her yıl milyarlarca dolarlık kömür ithalatı yaparız. Vatandaşın azıcık tasarruflarını dolar kadar vantuzlayan altın da bir madendir ve içeride satılan altının dörtte biri ithaldir. Her yıl 8-15 milyar dolarlık altın ithalatı şarttır ve yaparız. Bu kadarlık bilgiyle bile görülür ki Türkiye’nin dış ticaret açığını, dolayısıyla cari açığını kapatması için madenlerini çıkarması ve bu sayede hammadde ve ara mamul ithalatını en kısa sürede çökertmesi gerekir. Dünya genelinde yaklaşık 80 çeşit çok geçerli maden çıkarılır ve bunların 70’i Türkiye’de vardır ama büyük bölümü toprak altında kalmaya mahkûmdur. Çünkü Türkiye’de madenci ve madencilik neredeyse inşaat kadar nefret edilen, hafif tabirle hiç istenmeyen sektördür. Ülkemizde madene o kadar kötü gözle bakılır ki bir yerde bir maden bulunur ve çıkarmaya yeltenen olursa genellikle orada bir küçük kıyamet kopar. Düz mantıkla bu yüzden dünyanın en çevreci toplumu olduğumuzu da düşünüp sevinebiliriz.

Madencinin psikolojisi iyi değil

İstanbul Maden İhracatçıları Birliği (İMİB) Yönetim Kurulu Başkanı Rüstem Çetinkaya ile madencilik üzerine konuştuk. Bence en çarpıcı cümleleri şöyle: “Kamuoyu ve kamu (bürokrasi) baskısı yüzünden madene yatırımcı bulmak çok zorlaştı. Ağaç katili diye anılmayı kim ister? Şu anda metalik madene herkes karşı, bir ruhsat ortalama 4 yılda çıkabiliyor. Durum o kadar ağırlaştı ki son zamanlarda bürokrasi yazılı olmayan bir kanun da çıkarmış. Maden yoldan görünmeyecekmiş. Çünkü çirkin görünüyormuş, vatandaş tepki gösteriyormuş. Bu, madenciye açıkça ‘gözüme görünme’ demektir. Bir madenin üç temel maliyet unsuru var; işçilik, elektrik ve akaryakıt. Güncel fiyatlarla maliyetler katlanarak arttı. Her şey ithal diye şikâyet edip arkasından da ‘aman maden çıkarma’ anlayışı bir an önce değişmeli. Biz örnekleriyle ortaya koyacağız ki Avrupa, ABD, Japonya başta olmak üzere en gelişmiş ülkelerde bile madencilik yapmak, Türkiye’ye göre çok daha liberal kurallara tabi ve Türkiye’den daha kolay. Biz bu ülkelerde farklı madenler bağlamında öyle örneklerle karşılaştık ki Türkiye’de olsa o madene asla izin alınamazdı.”

Türkiye 40 milyar dolarlık maden ithal ediyor

Madene ve madenciye karşı bu kadar ağır bir abluka varsa bunda madencinin suçu yok mu? Başkan Çetinkaya’nın bu soruya verdiği yanıt da şöyle: “Ülkemizde, insanı ve çevreyi önceleyen sürdürülebilir madenciliğin mümkün olduğunu gösteren o kadar çok örnek var ki bunlar görmezden geliniyor. Madeni ve madenciyi engellemeyi değil dünya standartlarında, AB normlarında çevreyle uyumlu madencilik nasıl yapılmalı onu konuşmalıyız, tartışmalıyız ama madencilik yapmamayı değil. Bakın, Türkiye dar bir tanımlamayla bile yılda 40 milyar dolarlık maden ithalatı yapıyor, ihracatımız ise geçen yıl 6 milyar dolarlık olabildi. Çıkarabildiğimiz madenleri de çıkarmamızı engelleseler sanayinin hali ne olurdu? Tarımı da madenden uzak sanıyorlar. Tarımda toprakların verimini artırmak için kullanılan ne varsa hepsi de madenden çıkıyor, işleniyor ve çiftçiye ulaşıyor.” Çetinkaya’ya ‘çevreyi katleden madenci yok mu’ diye soruyorum. Yanıtı, “Vardır, olmuştur ama her sektörde kötüler hatta sahtekârlar olabilir. Onları engellemek yerine bütün sektöre blokaj konulmaz. Bu mantık ekonomiye çok büyük yaralar açar. Bizim madencimizin teknolojisi dünya standartlarındadır ve emin olun bürokrasimiz en az çevreciler kadar çevrecidir. Bir yere ruhsat veriliyorsa o kadar zor olmuştur ki bunu işi gerçekten bilen bilir” oldu. Rüstem Çetinkaya da bana bir soru sordu: “Diyelim ki 200 milyon dolarınız var. Madencilik yapmak istiyorsunuz ama 4 sene ruhsat beklemeniz gerekiyor. Daha hiçbir yatırım yapmadan paranızı 4 yıl bekleteceksiniz. Sonra işletmeye açınca da neler olacak? 200 milyon doları bugünkü şartlarda 4 yılda çok daha kolay, vergisiz, bürokrasisiz imkânlarla büyütmek, değerlendirmek mümkün değil mi?” Benim bu soruya yanıtım, “Bu sorunun cevabı belli” oldu.
Altın madeni düşmanlığı başımıza bela oldu
İMİB Başkanı Rüstem Çetinkaya’ya ‘altın madeni kavgalarını’ da anımsattım. Beklemediğim bir yanıt verdi: “Rezervimiz 6.500 ton, kendi madenlerimizden çıkarabildiğimiz yılda 40 ton. Bu zamana kadar 300 tonunu çıkarabilmişiz ama her yıl 150-160 ton altını ithal ediyoruz. Altın sanayide de çok kullanılmıyor. Büyük bölümü takı ve yastık altına giriyor. Bu tabloya göre ‘altın isterim ama çıkarma ithal et’ diyen bir toplumumuz ve bürokrasimiz var. Aslında altınla başlayan maden düşmanlığı neredeyse bütün madencilik için yayıldı ve ne yazık ki altın madenciliğini ‘mücevher sanayicisi ve ihracatçısı’ bizim kadar savunmuyor. Bu da önemli bir çelişki ve aynı çelişkiyi birçok sanayi sektörümüzde de görüyoruz. Hem girdilerinin ithal oluşundan çok şikâyet ediyorlar hem de madenciliği savunmaktan kaçınıyorlar.”