Sorting by

×
EkonomiGüncel

Korkutulmaktan yorulan iş dünyası çaresizlikten cesur olmaya başladı

Ruhat Mengi

40 YILLIK EKONOMİ GAZETECİSİ ŞEREF OĞUZ’DAN İKTİDAR-İŞ İNSANLARI İLİŞKİSİNE DAİR ÇARPICI DEĞERLENDİRME:

İSO Başkanı ile sanayicileri stokçuluk yapmakla suçlayan Merkez Bankası Başkanı arasında yaşanan tartışmayı değerlendiren Oğuz, “Bu suçlama karşısında herkes ayağa kalktı. Merkez Bankası Başkanı ‘Yanlış anlaşıldım’ deyip geri adım attı” dedi.

Ben şöyle düşünüyorum: TÜFE gölgede 79.6, normal hissedilen ise yüzde 100’ü geçmiş durumda.

Savaş, mülteciler, seçim, hangi konuyu konuşursanız konuşun sonunda ekonomiye geliyorsunuz ve bu bitmek bilmiyor, çünkü hepimizin hayatı -yandaş olup da 3-5 ballı maaşı aynı anda alanlar hariç- sonuçta ülke ekonomisiyle paralel olarak zorlaşmaya devam etmekte. Dolar, 18 TL’ye çıkmasın diye başvurulan Kur Korumalı Mevduat hesapları dahil bütün çözümleri umursamadan 18’e vardı, temel ihtiyaç maddeleri gıda ve diğer ürünlerde ağırlık ithalata dayalı olduğu için dolarla birlikte hayat pahalılığı artışı son 24 yılın zirvesine çıktı, buna rağmen TÜİK’in açıkladığı Temmuz enflasyonunu her nasılsa bir önceki aydan pek az farklı; yüzde 78.62. Merkez Bankası Başkanı patronları “Aldıkları kredileri dövize yatırmakla” suçladı, kredi kartı ve aldıkları kredilerle yaşayan 4.1 milyon kişi bankaların takibine düştü, esnaf kredi almadan işini devam ettiremiyor. Bu konuları konuşmak, bilmediğimiz noktaları anlamak için sık sık Türkiye’nin uzman ekonomistlerinin görüşüne başvuruyorum, bugün de “Ekonomi satrancında oyun tersine döndü” diyen, iktidarın iş dünyasını “uçmayı unutan kartala çevirdiğini” söyleyen 40 yıllık ekonomi gazetecisi, Ekonomi Doktoru Sayın Şeref Oğuz’la konuştum. Bakalım ülkemizin bu amansız hastalığını nasıl açıklayacak, hangi tedavi önerilerini verecek.

DÜNYADAKİ ENFLASYONUN 10 KATI

Sayın Oğuz, TÜİK’in açıkladığı Temmuz enflasyonu ile İTO’nun ve bağımsız akademisyenlerden kurulu ENAG’ın açıkladığı rakamlar arasındaki fark giderek açıldı, Türkiye İstatistik Kurumu’na olan güven giderek iyice sarsılıyor. Siz buna ne diyorsunuz, bizim ne yapmamız lazım, kendi enflasyonumuzla mı kavrulalım, TÜİK’e artık hiç bakmayalım mı?

Evet, enflasyon şu anda dünyanın da sorunu, ancak onların sorunu 1 ise bizimki 10, yani dünyadaki enflasyonun 10 katını biz içerde üretmeyi başardık, bu açıkçası kötü yönetimin sonucudur. Türkiye’deki enflasyonun en önemli sebebi “heterodoks” dedikleri ekonomi politikalarıdır, “Ortodoks” normal klasik ekonomi politikasında ek bütçe yaparsın, borcunu yönetirsin, kuru dengede tutarsın, fiyatların istikrarını sağlarsın, iktidar “Ben bunların dışına çıkıyorum, bununla da kalmıyorum eklektik davranacağım, kafama göre eskiden de bir şey alırım, yeniden de bir şey alırım” diyerek model denemesi yapıyor. Ama asıl önemlisi Türkiye’de çok fazla para basıldı, kazandığımızdan fazlasını harcadık, ürettiğimizden fazlasını tükettik ve bunun neticesinde enflasyon ortaya çıktı. Şimdi yüzde 2 enflasyon Amerika’nın ve Avrupa ülkelerinin ideal enflasyon oranlarıdır, bununla yatırım artar, girişimcilerin sayısı çoğalır ve büyüme ivmelenir. Dünyada son 10 yıl içinde “enflasyona biraz hareket verelim, sıfır enflasyondan yukarı çıkaralım” diye toplam 20 trilyon dolar para basıldı, bunun neticesinde enflasyon yüzde 2’de tutulması gerekirken bunu aştı, ABD ve AB’de yüzde 9-10’lara çıktı, yani bütün dünya bu enflasyon ateşinden etkileniyor ancak Türkiye’nin çok özel bir durumu var; yönetilmeyen ekonomi sebebiyle popülist davranışlar, belirli projelere çok fazla kaynak aktarılması, nepotizm (yakınları, yandaşları kayırma), bütçe disiplinin bozulması ve para basmak.

Ateşi düşüremeyen doktor dereceyi kırarmış, bunu yapıyorlar

“Belli projelere fazla kaynak” derken geçilmeyen köprüleri, uçak inmeyen havaalanlarını mı kast ediyorsunuz?

Evet, bunlar rantabl olmayan yatırımlardır, elinizdeki kaynak sınırlıysa bu kaynağı kullanırken önemliler arasında öncelikleri seçmelisiniz, bunu yapabilmek yönetimin başarısıdır. Biz, belirli kişilere para aktarabilmek için kafamıza göre öncelik verdik, ekonomik mantığını, verimliliğini düşünmedik. Önce enflasyon halktan saklanmak istendi, sürekli olarak TÜİK verileriyle oynanarak düşük gösterilmek istendi, bu yürümüyor, neticede mızrak çuvala sığmıyor, neticede insanlar bakıyorlar; geçen sene bu file kaça doluyordu, şimdi kaça doluyor. Ateşi düşüremeyen doktor dereceyi kırarmış, bunların yaptığı bu; ateşi düşüremedikleri için dereceyle oynuyorlar ama ne kadar oynanırsa oynansın ortaya başka rakamlar da çıkmaya başladı; TÜİK’in inandırıcılığı, kredibilitesi azalınca başka kuruluşları dikkate almaya başladık; İstanbul Ticaret Odası’nın zaten yıllardan beri yaptığı bir endeksi var, akademisyenlerin kurduğu ENAG var, TÜİK’le aralarındaki korkunç farklara bakıyoruz, özellikle Temmuz için konuşacak olursak Temmuz-Ağustos’ta genellikle enflasyon düşük çıkardı, turizm, sebze meyvenin bollaşması, yakacak masraflarının azalması gibi nedenlerle aylık olarak enflasyon da azalır, hatta negatif olur, fiyatların artmasını bırakın, azalır.
ENFLASYON TESADÜF Kİ SINIRDA DURMUŞ!

Fakat bakıyoruz şimdi; aylıkta rakam yüzde 2.3, İTO yüzde 4.03, ENAG 5.5, sadece aylık enflasyonda bile bu kadar büyük farkların olması akla şüpheleri getiriyor, bunların en önemlisi; TÜİK 55 bin yerde 550 bin fiyat toplar, bunları topladıkları yerlerde çoğu kez anlık indirimlerle fiyatları düşük alabiliyorlar, market anlık indirim yapıyor. İkincisi, en önemli şüpheli kısım bu, veriler toplandıktan sonra normalde bunlarla oynandığını biliyoruz, çoğu kez kaç olmasını istiyorsa ona göre rakam ilan ettiği dönemler oldu. TÜİK’te enflasyonu yüksek çıkaran yöneticilerin görevden alınması, bazılarının bunu itiraf etmesiyle zaten durum ortaya çıkıyor. Yıllık enflasyona geldiğimizde asıl birikimli fark burada çok korkunç karşımıza çıkıyor; TÜİK’in tüketici enflasyonu geçen ay 75.6’ydı şimdi yüzde 79.6, yani 80’e merdiven dayamış, tesadüf 80 olmamış, sınırda durmuş. İTO’da yüzde 99.1 olarak ilan etti, yani üç hanenin kıyısına geldik, orada durdurulduk. ENAG rakamı ise olağanüstü yüksek; yüzde 176.04, devletin rakamını 80 kabul etsek 2 katından fazla.

TÜİK nedense Nisan ayından bu yana ürün fiyatlarını yayımlamayı durdurdu, hangi ürün ne kadar zamlandı göremiyoruz.

Göremiyoruz ama “kardeşim ben bu fileyi şu kadara dolduruyordum, şimdi iki, üç katına dolduruyorum” diyoruz. Ortada bilgiden çok bilgisizlik varsa insanlar ister istemez kendi hisleriyle hareket etmek durumunda kalıyorlar. Çok basit hesaplar yapanlar var; devamlı aldığınız ürünlerin fiyatındaki değişim sizin enflasyonunuzu gösteriyor. Ben şöyle düşünüyorum; TÜFE gölgede 79.6, normal hissedilen ise yüzde 100’ü geçmiş durumda.

DAİMA DOĞRULARI SÖYLEDİĞİM İÇİN SÜREKLİ İŞTEN KOVULDUM!

Bu soruyu hep soruyorum; siz olsaydınız Türkiye’yi bu durumdan kurtarmak için ne yapardınız, sizin için yazılmış “ekonomistlerin ağır topu” tanımını gördüm, çok deneyimli bir ekonomistsiniz, nasıl bir çözümle başlardınız?

Ben veriyle çalışıyorum, 40 senedir büyük gazetelerde ekonomi gazeteciliği yaptım, ekonomi doktoruyum, bir de şu var daima doğruları söylediğim için sürekli işten kovuldum ama şunu gördüm, doğruyu söylediğin zaman kendin olarak kalmayı başarıyorsun, o yüzden bana öyle diyorlar yoksa şüphesiz Türkiye’de çok iyi ekonomistler var ama ben bir alışkanlık edindim; veri ne diyorsa, gerçek neyse o gerçeği eğip bükmemek lazım, çünkü Türkiye’de herkes “Gerçek benden yana olsun” diyor, kimse gerçekten hoşlanmıyor. Ben ekonominin başında olsaydım hukukla başlardım ve liyakatli insanları göreve çağırırdım, Merkez Bankası’nı tamamen kendi başına buyruk hale getirirdim ve danışarak yönetirdim. Önceliği hukuka verirdim çünkü hukuksal zemin olmayınca doğruyla yanlış birbirine karışıyor. Uluslararası Rekabet Araştırmaları Kurumu’nda kendi ulusal rekabetimizi, Türkiye’nin dünyayla karşılaştırıldığındaki durumunu, sektörler arasındaki rekabet avantajlarını veya dezavantajlarını ölçüyoruz, sadece Türkiye’den baktığınız zaman AK Parti’nin durumuna düşüyorsunuz, dünyadan haberiniz yok ama dünyanın en büyüğünün siz olduğunu söylüyorsunuz, dünyadan söz etmek için dünyada neler olduğunu bilmeniz lazım. “Alan körlüğü” dediğimiz şey şimdi Türkiye’de çok yaygın, şimdi mesela bu konularda yorumlara dikkat edin “yakın olduğu ideolojiyi doğrulamak için” veriler içinde seçmece yapıyor, bu geçici olarak psikolojik rahatlık sağlar ama ben doğru bulmuyorum. Yabancıların dikkate alınmadığı şekilde sadece kendi pencerenden dünyaya bakmak doğru değildir.

İnisiyatif Erdoğan’dan muhalefete geçti
Peki, “Ekonomi satrancında oynanan oyun tersine döndü” diyorsunuz, nasıl bir oyundu ve tersine döndü?

Açıkçası hem Kılıçdaroğlu’yla hem de Babacan’la saatler boyu bu ekonomi politikalarını tartışmış biri olarak şunu gördüm, onlara da söylediğim şuydu; “Cumhurbaşkanı sizi kendi nefretine hapsetmiş, ona cevap vermekten, durum tespiti yapmaktan topluma öneri getiremiyorsunuz. Oysa eskiden bunu yaptığınızda başarılı olduğunuzun tanığıyım”. Sabah’ta da 2008’den 2018’e kadar uzun süre ekonomi yönetmenliği yaptım, 2018’de “seçimleri yenilerseniz fark 1 milyona çıkacak” dediğimde yazılarımı durdurdular. Kılıçdaroğlu sevdiğim, saydığım bir siyasetçidir, o dönemde “Aile paketi, Güneydoğu ekonomisi, yatırımlar, kalkınma” gibi birçok ekonomi paketleri hazırlamışlar ve tartışmaya açmışlardı, bunları bana da gönderiyordu, ben de Sabah’ta çalışmama rağmen her birine katkı verdim, tartıştık. Toplumun önüne projelerle gitmek başarılı oldu. AK Parti’yle uğraşmak yerine vatandaşa umut vermenin neticelerini aldı.

İSO Başkanı Erdal Bahçıvan ile sanayicileri stokçuluk yapmakla suçlayan Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu arasında tartışma yaşanmıştı.

Sanayiciyi “stokçulukla” suçlayamazsınız stok tutmakla stokçuluk farklı şeylerdir
7 Haziran’a giden dönemde seçmen davranışlarında birinci sırada ekonomi vardı, terör 7’inci sıradaydı, seçim sürecinde AK Parti koalisyona muhtaç hale geldi, 7 Haziran’la 1 Kasım arasında 915 insanımız teröre kurban olunca 1 Kasım’a gittiğimiz psikolojide terör 1’inci sıraya çıkmış, ekonomi 2’inci sıraya düşmüştü. Şimdi bunu hatırlatarak diyorum ki; Kılıçdaroğlu o dönemde bir proje açıklayınca AKP hemen “onlar değil bir yapıyoruz” diye o konuya eğiliyordu. Asgari ücret konusunda Kılıçdaroğlu “Ben asgari ücretliye söz veriyorum” diye belge imzaladı, ertesi gün AKP “Asgari ücretliye zam yaptık” demişti. Bu döneme geldiğimizde yine Kılıçdaroğlu bir şey söylüyor, Ak Parti hemen gidip onu yapıyor -öğrenci kredileri, faizlerin indirilmesi gibi- Kılıçdaroğlu’nun yapacaklarının üstüne atlıyorlar, bu da şunu gösteriyor; satrançta inisiyatif önemlidir, uzun süre inisiyatif Cumhurbaşkanı’ndaydı, şimdi ise durum değişti; muhalefet bir şey yapıyor, Ak Parti “Onlar değil, ben yapıyorum” diye onlara sarılmaya çalışıyor, bunun iyi bir şey olduğunu düşünüyorum, siyaset iletişiminde halka umut vermek, durum tespitinden çok daha netice alan bir adımdır.

SANAYİCİLERE “STOKÇUSUNUZ” DEDİLER, HEPİMİZ AYAĞA KALKTIK!

Onun için devamlı bir yerlerde gaz veya altın bulundu haberleri çıkıyor herhalde. Her yerden gaz filan fışkırıyor.

Seçime kadar umutlarla, günü kurtararak, sahte refahla gidecekler. Açıkçası şunu söyleyeyim; deniz bitti, kamu kaynakları bitti, biliyorsunuz ihracatçıların dövizlerine el koymaya kalktılar, önce yüzde 20’si, sonra yüzde 40’ını, sonra yetmemiş olacak ki iş adamlarına “Çok sıkıştık, rica ediyoruz döviz bozdurun” diye telefon açtılar, o da işe yaramayınca MB Başkanı Kavcıoğlu’nu İstanbul Sanayi Odası’na gönderdiler ve “Siz stokçusunuz, elimizde liste var” dediler. Hepimiz ayağa kalktık, çünkü sanayiciyi “stokçulukla” suçlayamazsınız. Stok tutmakla stokçuluk farklı şeylerdir, sanayici üretimini sürdürebilmek için sanayici stok tutmak zorundadır, istediğin malı da alamıyorsun, mesela beyaz eşya yan sanayicileri parasını vermiş olmasına rağmen 50 hafta sonra mal alabiliyor.

İŞ DÜNYASI KORKUTULMAKTAN YORULDU!

Sayın Oğuz, şimdi bunlar yapıldı, stokçulukla suçladılar, dövizleri bozdurun dediler, sanayici bozdurmazsa onları mimleyip işlerini bozarlar mı?

Tabii ki bozarlar ama şunu da söyleyeyim, hani kediyi köşeye sıkıştırınca yüzüne dalar ya, şimdi çaresizlikten sanayici yavaş yavaş cesur olmaya başladı. Çaresizlikten! Çünkü sürekli olarak korkutuluyorsunuz, iş dünyası korkutulmaktan yoruldu, artık yorulduk. Dünya gazetesi olarak bütün sanayicilerle konuştuk, Bloomberg’de devamlı anlattık, İSO’da yaptığı konuşmada fırça atan Merkez Bankası Başkanı TOBB’a gittiği zaman suçlamada bulunmadı, sadece şikayet dinledi. “Ben size stokçuluk demek istememiştim yanlış anlaşıldı” diye geri adım attı. Türkiye’nin dövize ihtiyacı var, dövizi ihracatçı üretiyor, bunu sanayicinin aldığı malla üretiyor, eğer siz sanayiciyi “stokçu” diye sistem dışına çıkarırsan ihracatçı ne ihraç edecek, hangi döviz gelecek? Bunlar döviz sıkıntısını “stokçu” diye iş adamına, enflasyonu da “vatandaşın açgözlülüğüne” bağlayarak suçu başkalarına atmaya çalışıyorlar, bunun sonu yok!

Enflasyonun en tehlikeli tarafı ahlakı da bozması
Son yazılarınızda toplumun bozulmasından da söz ettiniz, toplumun bu kadar hızla bozulması da biraz ekonomiyle ilgili değil mi?

Kesinlikle, şöyle ilgili, bakın enflasyon sadece iktisadi bir tabir değildir, iktisat bilimindeki dar tanımıyla şudur; fiyatların sürekli artıyor olması ama bunu biraz daha geniş anlamda yaptığınız zaman fiyatların sürekli artacağı beklentisiyle insanların zihninde enflasyon üretiyor olmaları, sattığı malı yerine koyamama korkusu, bu enflasyonun sosyolojisini gündeme getiriyor. Enflasyonun artık Türkiye’de iktisat bilimiyle bağı kopmuştur, sosyolojinin bir davranış şekli haline gelmiştir. Bakın ev sahipleri ne yapıyorlar, enflasyon külfetine hiç dokunmadan kiracıya yıkmaya çalışıyorlar, mahkemeler davalarla dolmaya başladı. Aynı şekilde petrol fiyatında varil arttığı zaman durduk yerde kendisiyle ilgisi olsun olmasın fiyatı arttırıyor veya dolarda artış olunca anında fiyatına yansıtıyor, burada bir ahlak sorunu da çıkmaya başladı.

HERKESİN İŞİ BOZULUR AMA AVUKATLAR VE PSİKOLOGLARIN İŞİ DÜZELİR!

Nitekim, enflasyonun yükseldiği toplumlarda herkesin işi bozulur ama 2 sektörün işi düzelir, biri avukatlar, diğeri psikologlar. Kafayı yiyorsun, bir de mahkemelik oluyorsun. Bunun yanı sıra trafik kazaları artıyor, intiharlar artıyor, toplumdaki sorumluluklar ortadan kalkıyor; bir bakıma ahlak çözülmesi ve çürüme dediğimiz olayı başlatıyor. Enflasyonun en tehlikeli tarafı ne yoksulluk, ne gelir dağılımındaki bozukluk –onlar da önemlidir ama- asıl önemlisi ahlakı bozuyor olması. İnsanlar “Gemisini kurtaran kaptan” haline geliyor ve bütün değer yargılarını bir tarafa atabiliyorlar. Türkiye’de bir de bu başladı; mesela bir iş adamının borcu varsa ve bunu ödeyeceği gücü de varsa başkaları ödemediği için o da ödememeye başlıyor, toplumun çürümesinde bunun rolü var.

Gidin ucuz kredi verdiğiniz yandaşın yakasına yapışın
Balık baştan kokar, kural etik tanımadan bütün sit alanlarına imar verir, ülkeyi beton yığınına çevirir, toplum tepkilerini de umursamazsanız o toplum bozulmaya mahkumdur…

Bir örnek vereyim; ben size ucuz kredi verdim, siz dövize gittiniz diyor MB Başkanı. Peki sen ucuz krediyi kime verdin, Şeref Oğuz’a mı verdin, hayır yandaşına verdin, o da gitti döviz aldı. 2020 yılında yandaşa 1 trilyon liralık kredi dağıttılar, bunun yüzde 35’i doğrudan dövize gitmiş, o zaman eğer döviz stokluyor diye birinin yakasına yapışacaksan o ucuz krediyi verdiğin kişilerin yakasına yapış, niye gelip sanayiciye, iş adamına, ihracatçıya iftira atıyorsun? Kötü bir durumdayız.

Suriye’ye operasyon ekonomiyi etkiler ama yönetememeye bahanen olur
Uzun süredir Suriye’ye operasyondan söz ediliyor, şu sıralarda “operasyon kapıda” deniyor. Ekonominin bu durumunda nasıl etki yapar? YAŞ toplantısına Maliye Bakanı Nebati de katıldı ve bu ilk defa olan bir şeymiş, acaba “Türkiye savaşa girerse ekonomi ne olur” konusunu tartışmak için mi katıldı?

Böyle bir operasyon ekonomiyi çok kötü etkileyecektir ama siyaseten işe yarar bir enstrüman, eğer siz ekonomiyi çözemiyorsanız dikkatleri savaşa yönlendirirsiniz, zaten dünyada enflasyon vardı, bizde de var dersiniz. Kurun bu kadar yükselmesinin sebebini sanayicilere atamıyorsanız “savaşıyoruz, insan savaşta ekonomiyi düşünür mü” dersiniz, bana göre bu tamamen iflas etmiş ekonomide dikkat kaydırmasıdır. Savaş olmadığı zaman zaten ekonomini yönetemiyorsun, savaş olduğu zaman ekonomiyi yönetemediğine bahanen oluyor.

TAYVAN’DAN ÇİP ALAMAZSAK BİRÇOK KONUDA ÜRETİM DURUR!

Ukrayna-Rusya savaşı birçok ülkeyi etkiledi, tahıl sorunu ortaya çıktı, Çin-Tayvan savaşı Türkiye’yi etkiler mi?

Dünya o kadar küreselleşti ki, herhangi bir yerdeki sıkıntı az da olsa bizi de etkiliyor. Bunun en önemli etkisi şudur; Çin’le Amerika arasındaki gerginlikten dolayı emtia fiyatları tekrar tırmanışa geçebilir ki bu da bizim ithalatımızı daha pahalı hale getirir, ikincisi Tayvan teknoloji açısından çok özel bir yer, nitelikli çiplerin üretildiği bir yer, çip konusunda zaten bir sıkıntımız vardı, daha da pahalı hale gelebilir. Üretimimiz neredeyse çip olmayınca o anlamda durdu; arabaları eksik özellikli kabiliyetlerle satmaya başladık, ben 3 ay önce pasaportumu yeniledim ama çip olmadığı için 3 aydır alamıyorum, pasaportta, çaydanlıkta, kapı kolunda bile çip var, çipsiz üretimin olmadığı bir dönemde Tayvan en nitelikli çip üreticisi olduğu için sıkıntı var. En önemlisi, gerginlik daima doları yukarda tutuyor, faizlerin daha da tırmanmasına neden oluyor, faizler daha da yukarı çıktıkça Türkiye ekonomisinin cari açığı üzerinde baskı oluşturuyor. Ama Ukrayna-Rus savaşı kadar fazla bir etkisi olmaz bize.

Orada tahıl sorunu çıkmıştı, burada da çip sorunu çıkar diyorsunuz.

Evet, çok doğru bir tespit bu, çıkar.

Milyonlarca mülteci nasıl etkiledi ekonomiyi?

Mülteciler için harcadığımız para bizim şu anda enflasyonun artmasındaki etkenlerden biridir. Devletin verdiği rakama göre 5,5-6 milyon mülteciyi Türkiye şu anda finanse ediyor. Gaziantep’te mültecilerden 750 bin ilave nüfusu var, oradaki nüfus açısından düşünürseniz belediye hizmet üretirken bu nüfus patlamasından dolayı vatandaşlara da ya eksik hizmet ediyor veya daha fazla para harcıyor. Yerel yönetimlerin bütçelerinde mülteciler nedeniyle büyük açıklar doğmaya başladı, bunlar da merkez bütçenin üstünde büyük külfet oluşturuyor, ekonomik olarak bedelini ödüyoruz.