Sorting by

×
GüncelTarım

‘Kamucu Tarım Politikası’ Değişikliği Çağrısı

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Yönetim Kurulu Başkanı Baki Remzi Suiçmez, “Tarım arazilerini korumayan, girdi maliyetlerini düşürmeyen, gerekli ve yeterli tarımsal desteklerini içermeyen, tarımsal kredi kullanım ortamını iyileştirmeyen, ülke düzeyinde tarımsal üretim planlaması yapılmayan, gıda tedarik zincirinin kontrolsüz şekilde serbest piyasaya bırakıldığı ve sadece dışalıma dayalı politika ve uygulamalarla tarımda belirlenen ve istenilen hedeflere ulaşılması mümkün değildir. Kronikleşen sorunlara geçici/pansuman çözümler değil, kalıcı çözümler bulmak bir gerekliliktir” dedi.
Tarım ve gıdanın dünya gündemine yeniden girmeye başladığı tarihi günleri yaşarken ülkemizdeki durumu ve yapılması gerekenleri TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Yönetim Kurulu Başkanı Baki Remzi Suiçmez ile görüştük:
HT: Türk tarım sektörünün mevcut durumunu anlatabilir misiniz?
BRS: Tarım sektörü büyük oranda doğa koşullarına bağlı olması nedeniyle tüm dünyada korunan, desteklenen bir sektördür. Türkiye’de tarım sektörü 1980’lerdeki yeni küreselleşme dalgasıyla ciddi bir değişim ve dönüşüm yaşamıştır. Tarım kesimini korumaya yönelik politikaların tarımsal serbestleşme kapsamında ve daha ülke ekonomisi buna hazır değilken terk edilmesine dayanan ve günümüzde de halen ısrarla sürdürülen neoliberal tarım politikalar sürecinde gerçekleştirilen özelleştirmeler, tarıma yönelik sübvansiyon ve desteklerin kademeli bir şekilde azaltılması, dövize bağlı girdi fiyatlarının sürekli artması, ülke düzeyinde üretim planlaması yerine sürekli ürün ve girdi dışalımı yaparak üretimi ve üreticileri cezalandırma uygulamaları yerli üretimimizi ve üreticimizi olumsuz etkilemiştir ve halen etkilemektedir.
Geçmişten günümüze ülkemiz tarım sektöründeki çözülemeyen kronik sorunlar çerçevesinde 2021 yılında mevcut durumu şöyle özetleyebiliriz: Tarımsal kamu yönetim yapısı sürekli değişmekte, yeniden yapılanma/reorganizasyonlar ile kurumsal hafıza yok edilmekte, kurumsallaşma sağlanamadığı gibi sürekli değişen liyakatsız yöneticilerle etkili kamu hizmeti verilememektedir. Aynı iktidarda dahi, değişen Bakan’a göre kadrolar ve politikalar tümden değişmekte, günlük ya da kısa süreli pansuman müdahaleler kalıcı çözümler yaratamamaktadır. TÜİK ve şimdiki adıyla Tarım ve Orman Bakanlığı dahil ilgili kamu kurumlarınca üretilen tarımsal/kırsal verilerin birbirleriyle uyumlu, sağlıklı ve güncel olmaması nedeniyle ileriye yönelik yapılacak projeksiyonlar ve planlamalar sağlıklı sonuçlar doğurmamaktadır. Ülke düzeyinde mekansal Arazi Kullanım Planlaması olmaması nedeniyle tarım arazileri ve meralar sahipsiz olup, yeterince korunamamaktadır. Tarım arazilerinde, büyük ovalar dahil, Tarımsal Üretim Planlaması yokluğu üretim miktarı, üretim deseni ve verimlilikte dalgalanmalara yol açmaktadır. Tarım arazileri küçük, çok parçalı ve dağınık olup, arazi toplulaştırması ve tarla içi geliştirme hizmetleri yeterince uygulanamamaktadır. Sulanabilir arazilere yönelik sulama yatırımları da istenilen düzeyde değildir. Tarımsal destekleme miktarları yetersiz olup, sonraki yıllarda ödenmesi üreticinin önünü görmesini zorlaştırmaktadır. 5488 sayılı Tarım Kanunu gereği verilmesi gerekenden az olsa da verilen destek ve hibelerin etki analizi yapılmamakta, destek üretime değil arazi sahibine yaramaktadır. Mazot, tohum, gübre, yem, ilaç vb. tarımsal girdilerde dışarıya bağımlı olup, üretim için zorunlu girdilerin üreticiye maliyetleri çok yüksektir. Öz sermayesi yetersiz çiftçimiz uzun yıllardır uygulanan yanlış tarım politikaları sonucu bugün dışarıdan kredi kullanamazsa üretim yapamayacak duruma gelmiş, tarıma özel kredi temini ve ödeme kolaylığı olmaması üreticinin kredi-borç-icra aşamasında üretim alanından çekilmesini hızlandırmaktadır. Hayvancılık yeterince desteklenmemektedir. Tarımsal üretici örgütlenmesi dağınık ve etkisiz olup, farklı yasalarla birbirine rakip çok sayıda ve farklı statüde işlevsiz örgüt yaratılmakta, devlet güdümlü kooperatifçilikte vesayet ilişkisi sürerken, demokratik kooperatifçiliğe ideolojik yaklaşılmakta ve aracılığı ortadan kaldıracak üretici-tüketici kooperatif modeli teşvik edilmemektedir. Örgütsüz üreticinin karşısında monopol /oligopol yapıda sözleşmeli üretim modeli ile ürünü tarladan/bahçeden ucuza alan sanayici/market zincirlerinin varlığı, üretici kadar, ucuz ve sağlıklı gıdaya erişmeye çalışan tüketiciyi de olumsuz etkilemektedir. Piyasaları düzenleyecek makro ve mikro tarım politikalarının yokluğu, spekülasyon ve manipülasyonu yaygınlaştırmaktadır. Piyasaları düzenleyecek kamu kurumlarının özelleştirilerek kapatılması sonrası halen varlığını sürdüren TMO, ESK, TİGEM gibi kamu kurumları işlevsiz ve etkisizdir. Dışalım üreticiyi terbiye aracı olarak kullanılmakta, üretemez duruma düşen çiftçi arazilerini ekmemekte ve üretimden uzaklaşmaktadır. Dışsatımda alternatif pazarlar bulma ve katma değerli ürünleri pazarlama sorunları sürmektedir. Teknoloji araştırma-geliştirme çalışmaları çok yetersiz olup, üretici-üniversite-kamu-özel sektör bağı kopuktur. Eğitim-istihdam planlaması …
Tarım arazilerini korumayan, girdi maliyetlerini düşürmeyen, gerekli ve yeterli tarımsal desteklerini içermeyen, tarımsal kredi kullanım ortamını iyileştirmeyen, ülke düzeyinde tarımsal üretim planlaması yapılmayan, gıda tedarik zincirinin kontrolsüz şekilde serbest piyasaya bırakıldığı ve sadece dışalıma dayalı politika ve uygulamalarla tarımda belirlenen ve istenilen hedeflere ulaşılması mümkün değildir. Kronikleşen sorunlara geçici/pansuman çözümler değil, kalıcı çözümler bulmak bir gerekliliktir.
HT: Özellikle Kovid-19 salgınının gölgesinde dünyada ve ülkemizde tarım ve gıdada neler değişti? Ülkemiz bu süreci başarılı şekilde yönetmekte midir?
BRS: Covid-19 salgınında, insanların ilkönce market raflarına koşarak gıda stoku yapması bizlere tarımın ve gıdanın önemini, tarımın her koşulda desteklenmesinin bir zorunluluk olduğunu gösterdi. Pandemi, küresel düzeyde uygulanan tarım ve gıda politikalarının değişmemesi halinde dünyada bir gıda kıtlığı ve gıda krizi yaşanacağını açıkça gösterdi. Küresel salgın, dünya genelinde kamunun rolünün, özel sektöre bağlı serbest piyasa ekonomisinin, küresel ticaret kurallarının ve uluslararası ilişkilerin yeniden sorgulanmasına yol açtı. Pandemi yasakları nedeniyle mevsimlik işçi temininde ve gıdaya erişimde tedarik zincirlerinde yaşanan ciddi aksaklıkların salgından daha tehlikeli sonuçlar doğurabilecek olması tüm ülkelerin tarım politikalarını yeniden gözden geçirmelerini zorunlu kıldı. Pandemi sürecinde gelişmiş ülkeler mevcut yüksek desteklerini ödemeye devam ederken ek tarımsal ve kırsal ekonomik destek paketleriyle üreticilerine desteklerini artırmakta, kendi üretimlerini ve stoklarını yükseltmeye çalışmakta, sınırlarını kapatmakta, ihracat yasakları koymakta, yeni korumacılık önlemlerini gündeme getirmektedir.
Ülkemizde önceki yıllarda olduğu gibi pandemi sürecinde de söylem dışında maalesef yerli üretimi ve üreticiyi korumaya yönelik somut ekonomik desteklere dayalı üretim seferberliğine yönelik kamucu tarım politikaları uygulamaya konulmamaktadır. Pandemiye özel ciddi hiçbir önlem alınmazken geçmiş yıla ilişkin yetersiz desteklerin geç ödenmesi pandemi önlemi gibi sunulmaya çalışıldı. Derinleşen ekonomik kriz ve fahiş döviz artışı karşısında dövize bağlı mazot, gübre, ilaç, yem, tohum gibi girdilerde maliyeti azaltıcı vergi düzenlemeleri gündeme gelmedi. Ek ekonomik destek paketlerinde tarım sektörü yer almadı. Kamu borçları yapılandırılırken çiftçi borçları kapsama alınmadı. Kendimize yeterli olmadığımız ürünlerde ülke düzeyinde yeterli ve zamanında ödenen desteklerle yönlendirilen üretim planlaması yerine ürün, hammadde ve girdilerde dışalım tercihine devam edildi. Ülkemizde buğday, arpa, mısır dahil sadece gümrük vergilerinin düşürülmesi ya da sıfırlanmasıyla gıda fiyatlarının düşmediği görülmektedir. Gıda fiyatlarını dışalımla terbiye etme anlayışı ülkemizi birçok üründe dışa bağımlı hale getirirken, kendi çiftçimizden esirgenen destek başka ülke çiftçilerine verilmektedir. Gıda fiyatları yükseldi diye gümrük vergisi düşürülür veya sıfırlanırsa tarımda dışalım artar ve Türkiye açık pazar haline gelir. Dışalımla rekabet edemeyen çiftçi üretiminden çekilir ve üretim düştükçe daha çok dışalım yapmak zorunda kalınır. Bu kısır döngünün ülkemiz tarımına daha fazla zarar vermemesi için dışalımda gümrük vergileriyle oynamak yerine üretim seferberliğiyle tarımsal üretimimizin artırılması, üreticilerimizin kâr ederek üretime devam etmesi, tüketicilerimizin yeterli ve ucuz gıdaya ulaşması sağlanmalıdır.
HT: 2020 yılında Türk tarımında büyüme ülke büyümesinin önünde gerçekleşmiştir. Bu gelişmeyi nasıl okumamız gerekmektedir?
BRS: Tarım sektörü 2020 yılı 1. çeyrekte %2,1, 2. çeyrekte %4,2 olan, 3. çeyrekte %6,2 büyüdü. İlk 3 çeyrek ortalamasında Türkiye %0,5 büyüme gösterirken, tarım %5,3 büyüyerek ekonomimize önemli katkı sağladı. Bu rakamlarda pandemi öncesi gerekli girdilerin alınıp ekim dikim faaliyetlerinin önceden yapılmasının etkisi vardır. Bununla birlikte desteklerin sonraki yıllarda zamanında ve yetersiz ödenmesi, ek ekonomik desteklerin verilmemesi, dövizdeki hızlı artışın dışa bağımlı mazot, gübre, tohum, yem, ilaç fiyatlarını oldukça yükseltmesi, tarımsal kredi ortamının iyileştirilmemesi bu artışın devamlılığına yönelik ciddi tehditlerdir. Ayrıca, kamu yönetimince açıklanan “ne ekerseniz ekin, tarlada kalmayacak, devlet alacaktır” sözüne karşın, örneğin soğan, patates, domateste yaşanan tarlada kalma durumu, çiftçinin kamu yönetimine güveni kalmayınca üretime devam etmemesine yol açabilecektir.
HT: 2021 bütçesinde tarım ve ormancılığa ayrılan rakam konusunda görüşleriniz nelerdir? Tarım ve ormancılık bütçesi size göre ne olmalıdır?
BRS: 2021 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı ile 2021 yılında ödenecek olan 2020 Yılında Yapılacak Tarımsal Desteklemelere İlişkin Karar incelendiğinde, artış bir yana birçok kalemde tarımsal desteklere ödenecek miktarlarda önemli oranda kesintiler yapıldı. Örneğin; Mazot desteği 2020 yılında 2 milyar 901 milyon TL iken 2021 yılında 2 milyar 724 milyon TL’ye düşürülmüştür. Yurt dışına bağımlı olduğumuz mazotta dövizdeki ciddi artışa karşın destek %6.1 oranında azaltılmıştır. Gübre desteği 2020 yılında 840 milyon TL iken 2021 yılında 788 milyon TL’ye düşürülmüş olup, kesinti oranı %6.2’dir. Hayvancılık desteği 2020 yılında 6 milyar 862 milyon TL iken 2021 yılında 6 milyar 324 milyon lira TL’ye düşürülmüştür. Hayvancılık desteklerinde kesinti oranı %9,6 düzeyindedir.
2006 yılında çıkarılan 5488 sayılı Tarım Kanunu’nun 21. maddesindeki tarımsal desteklemeler için bütçeden ayrılacak kaynağın milli gelirin %1’inden az olamayacağı hükmüne rağmen, verilen desteğin milli gelire oranı yıllara göre %0,4-0.6 aralığında kalmıştır. 2019 yılında 16,1 milyar TL, 2020 yılında 22 milyar TL olan Tarım ve Orman Bakanlığı destekleme bütçesi, 2021 yılı için yine 22 Milyar TL olarak teklif edilmiş, TBMM görüşmelerinde bu miktar 24 Milyar TL’ye çıkmıştır. Oysa 5488 sayılı Yasaya göre çiftçilerimize verilmesi gereken destek miktarı 2020 yılı için en az 43 milyar TL, 2021 yılı için daha da fazla olmalıydı. Son yıllarda çiftçimiz devletten halen yaklaşık 211 milyar TL alacaklı durumdadır.
HT: Tarımsal planlama, üretim ve desteklemeler hakkında neler söylenebilir? Bu üç kavram arasındaki ilişki dengeli ve gerçekçi midir?
BRS: Ülkemizde tarımsal planlama, üretim ve desteklemeler arasındaki ilişki dengeli ve gerçekçi midir, maalesef değildir, olmalı mıdır, mutlaka olmalıdır.
Tarımsal üretimin doğal koşullara bağlılığı nedeniyle arz esnekliğinin, insanlarının beslenme kapasitelerinin sınırlılığı nedeniyle talep esnekliğinin katı olması nedeniyle, yapısı doğal olarak istikrarsızlık temeline dayalı olan tarım sektöründe; serbest piyasa koşullarının üretici ve tüketici arasındaki dengeyi çözememesi sonucu piyasa istikrarını sağlamaya yönelik tarım politikalarının temelini tüm dünyada “müdahale/destekleme” oluşturmaktadır. Tarımda desteklemelerin ana amacı, yüksek girdi fiyatları nedeniyle üretemez duruma düşen üreticiye bir parça destek olarak üretici gelirini artırmak ve üretimde sürdürebilirliği sağlamaktır. Tarıma “devlet müdahalesi” olmadığı takdirde, tarım ürünü üreticileri serbest piyasa koşullarına göre, gerek tarımsal girdileri eksik rekabet piyasalarından satın alırken, gerekse ürünlerini tam rekabet piyasalarında satışa sunarken, iki yanlı sömürülmektedir.
Anayasanın 166. maddesine göre; ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanayinin ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesini, ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirilmesini yaparak verimli şekilde kullanılmasını planlamak Devletin görevidir. 44. madde topraklarımızın, 45. madde ise tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunması gerektiğini belirtmiştir.
Ülkemizde topraklarımızı koruyucu arazi kullanım planlaması, tarım sektörünü koruyucu yeterli ve somut desteklerle yönlendirilen tarımsal üretim planlaması, girdi maliyetlerinin düşürüldüğü, tarımsal kredi koşullarının üretici lehine düzenlendiği, sulama ve arazi toplulaştırması dahil altyapı sorunların çözüldüğü, tarımsal Ar-Ge yatırımlarının artırıldığı, eğitim-istihdam planlaması ile eğitilmiş işgücünün tarımda istihdam edildiği, bu süreçte çiftçinin kâr ederek sürekli üretim yapılabildiği, gıda arzı sorununun üretimle çözüldüğü, dışalımın çok zorunlu ürünler ve durumlar dışında gündeme getirilmediği bir tarımsal üretim modelini ülkemizde ivedilikle yaşama geçirmek bir gerekliliktir.
HT: Yapısal sorunları göz önünde bulundurarak ülkemizin tarımının geleceğini nasıl görüyorsunuz?
BRS: Neoliberal tarım politikalarının ülkemizde kronikleşen tarım ve gıda sektörü ile kırsal alan sorunlarını geçmişte olduğu gibi günümüzde de çözemeyeceği ortadadır. Rant ve faiz ekonomisi yerine üretim ekonomisine geçilmediği sürece Pandemi sürecinin belirsizliği ve ülkemizde yaşanan ciddi kuraklık sorununun da etkisiyle, 2021 yılı ve sonrası, tarım ve gıda sektörü için kriz yılları olmaya devam edecektir.
Covid-19 salgını sürecinde dünya ölçeğinde yeniden gündeme gelen dış ticaretteki korumacı tercihlerden ve tarımı destekleyici politikalardan ders çıkararak, ülkemizdeki dışa bağımlı neoliberal politikalar yerine bir an önce üretim odaklı ulusal çıkarlara yönelik yerli üretimi ve üreticimizi koruyan “kamucu tarım politikası” değişikliğine gidilmelidir.