Ertan Aksoy hazırladı: ‘Tarımda tükeniş’
Sosyal Demokrasi Vakfı Başkanı (SODEV) ve AKSOY Araştırma Şirketi’nin kurucusu Ertan Aksoy; gündemdeki son gelişmeleri, verilere dayalı analizlerle, siyasilerin gündem belirleyen açıklamalarını ve bu açıklamaların toplum üzerindeki etkilerini Cumhuriyet için değerlendiriyor. İşte Ertan Aksoy’un bu haftaki değerlendirmesi…
Covid dönemi bize bir kere daha gösterdi ki, ülkelerin gerçek zenginliği sahip olduğu insan kaynaklarıdır. Tam da bu nedenle, insanlığı daha fazla ölümden kurtaran aşılar, petrol zengini körfez ülkelerinden değil, insana ve bilime yatırım yapan batılı ülkelerde geliştirildi.
Cumhuriyet, kuruluşundan bu yana yüzünü döndüğü BATI ile benzer bir çabayı sürdürüyordu. Bu çaba, ara ara sağ iktidarların kazanımlarını geriletmesine maruz kalsa da devam edebilmişti. Sıralı ve sistemli gerilemeyi ise siyasal islamcı AKP döneminde yaşadı. İnsan aklına yatırımı öncelik olarak görmeyen, özünde bilim karşıtı bu siyasi hareket, bu nedenle hiçbir evrede nitelikli kadrolara yeterince sahip olamadı. Keskin bir hiyerarşinin olduğu, eleştiri-özeleştiri yerine talimatların hakim olduğu bu siyasal yapı, ne kadro yetiştirebildi ne de yetişmiş kadroları saflarına katabildi.
Kuruluşundan bu yana, çok kez seçim kazanmanın verdiği özgüven ile ülkenin iyi kurum ve kadrolarını tasfiye etmeyi tercih ettiler. Eğitimde, dış politikada, yargıda, güvenlikte ve tüm bunlar kadar kritik olan planlamada, kurumlar ve bürokratlar sistemden çıkarıldı. Özellikle planlamaya dayalı yönetimin tasfiyesi, her alanda ülkeye büyük olumsuzluklar getirdi. Eğitimin, emek piyasasının, genel olarak ekonominin bu düzeyde bozulmasının ana sebebi, planlamaya dayalı olmayan “derhal efendimci” kadroların kararlarına dayalı bir yönetim düzeninin varlığıdır. Bu düzen, birçok alanla birlikte tarımı da yakıcı boyutta vurdu.
Anadolu’ya öteden beri eğitim, sağlık gibi temel hizmetlerin yeterince ulaşamamasına bir de iktidarın büyük kentlere göçü teşvik eden politikaları eklenince, ülkece tarımdan çekilir olduk. İyi ekonomi kadrolarına, dolayısıyla iyi ekonomi politikalarına sahip olmayan iktidar, kalkınma yerine büyümeyi önceledi. Bu büyümenin motoru olarak da Siyasal İslamcıların temel ezberi olan, kent rantına dayalı, çarpan etkisi yüksek daha fazla inşaat yapmayı gördü. Ülkeyi, konutlar, rezidanslar ve AVM’ler cennetine çevirdi.
Türkiye, geç sanayileşmiş bir ülkeydi. AKP iktidarıyla birlikte erken sanayisizleşmeyi de yaşamış oldu. Kent rantına dayalı yüksek karlı inşaat projeleri, güçlü sanayici holdingleri bile kupon arazi kovalayan, rezidans, AVM yatırımcısına çevirdi. Aralarında, mevcut fabrikaları, büyük üretim tesisleri belgesellere konu olmuş iş grupları bile, kupon arazilere AVM, otel ve rezidans dikip, fabrikadan belki 5 yılda alacağı net karı, tek seferde alıp çıkmanın tadını aldı.
Tüm bunların sonucunda, sanayicinin, üretimindeki payını azaltarak yaptığı AVM’ye, Erzincan’daki tarım işçisinin gelip güvenlik görevlisi olması durumunu yarattı. Sanayici, sanayi üretiminden, tarım işçisi ise tarımsal üretimden çekilmiş oldu.
Bu konjonktürel duruma, bir de dönemsel ekonomik kriz ve buna bağlı olarak tarımsal girdi maliyetlerinin artmasının eklenmesi ile birlikte artık çok daha büyük bir sorunumuz var. Bu yaz, başta mazot olmak üzere, tohumdan gübreye gelen zamlar, Türkiye çiftçisini çok daha zor bir tercihe zorlama halini yarattı. Bu hal; üretmek ya da üretmemek.
Eğer, çiftçiye bir ekonomik can simidi atılmazsa, tarımda ani durma riski hiç olmadığı kadar karşımızda. Bu maliyetlerle birçok çiftçinin arada kaldığı karar, üretmemek veya üretip zarar etmek arasında olacaktır. Bu durum, mevsim etkisi ile tarımsal ürünlerdeki fiyat gerilemesini ortadan kaldıracağı gibi, kışa doğru belirli ürün gruplarında yüksek fiyatın ötesinde ürünü bulamama olasılığını yaratacaktır.
Resmi rakamlardan derleyerek oluşturduğumuz aşağıdaki grafikler durumun asıl sebebini de açıklamaktadır. Ülkemizin nüfusu artarken tarımsal istihdam yıldan yıla erimektedir.
Tarımın ne kadar büyük bir sorun içinde olduğu sadece tarım uzmanlarının veya ekonomistlerin bildiği bir durum değil. Toplum da içinde bulunduğu riskin farkında. Bu hafta bu konuya dair bir kaç soru sorduk. Gelin yanıtlarına birlikte bakalım;
Görüldüğü üzere, ülkemizde tarımsal üretimin güçlü olduğunu ifade edebilenlerin oranı %12,4’te kalmaktadır. Ne siyasi parti tabanlarına ne de sosyo-ekonomik statü farklılıklarına göre bakış açısında anlamlı bir farklılık yoktur. Yine tarımdaki bu gerilemenin, hayat pahalılığı ile birlikte satın alma gücündeki düşüşün yarattığı sonuçlardan biri de gıdada temel tüketim maddelerine erişim sorunudur. Bu konuyu da toplumun bakışı üzerinden birlikte ele alalım;
Yukarıdaki tablo, temel gıda ürünlerine erişim oranını değil bu ürünleri almakta zorlanma halini göstermektedir. Görünen o ki, toplumun yalnızca %10,9’u zorlanmadan temel gıdaya erişebilmektedir. Bir de, hangi ürünleri almakta ne derece zorlandıklarına, farklı zaman dilimlerinde aynı soruya verdikleri yanıtlar üzerinden bakalım;
Tablodan da gördüğünüz üzere, bu yılın 11. Haftasında, yoksulun proteinli gıdası tavuk etini alırken zorlandığını ifade edenlerin oranı %60,1 iken, bu oran henüz 23. Haftada %72,1’e çıkmıştır. Keza, yani aralıkta (bir dönem miting izleyen seçmene fırlatılan) çaydaki oran %48,7’den %64,’4e, beyaz peynirde %59,5’dan %71,6’ya çıkmıştır. Özetle, ülke aydan aya yoksullaşmakta ve temel gıda ürünlerine erişmekte zorlanmaktadır.
Ülke, yakın gelecekte tarımda ani durma riski ile karşı karşıyayken iktidarın gündeminde “mihrak” üzerinden korkutup, seçmen konsolidasyonu yaratma arayışı var. Erdoğan da bu kapsamda bu haftaki konuşmasında “Dünyada her kim bu kardeşinize saldırıyorsa aslında Türkiye’ye saldırıyor demektir” ile başlayan aşağıdaki konuşmayı yaptı. Biz de deneklere izlettik.
Sonuçları itibarıyla iktidarın arzu ettiği etkiyi yaratamadığını görüyoruz. Birlikte inceleyelim;