Enstitülere yazık oldu
Son günlerde bazı dostlarımız sık sık Köy Enstitülerinden söz ettiler. Bu konuşmalar beni 46 yıl öncesine götürdü. TRT’de çalıştığım dönemde Köy Enstitüleri konulu önemli bir oturum düzenlemiştim. 11 Mayıs 1975’te yayınlanan bu oturuma 9 kişi katılmış, 9 kişi de önceden yapılan röportajlarla ekrana getirilmişti.
Katılanlar arasında Milli Eğitim Bakanı Mustafa Üstündağ, Hürrem Erman, Mahmut Makal, Mehmet Başaran ve Can Yücel de vardı.
Röportajlarla ekrana getirilenler arasında Hıfzırahman Raşit Öymen, Talip Apaydın, Dr. Engin Tonguç, Dursun Kut, Fakir Baykurt, Şerif Tekben, Dursun Akçam bulunuyordu. O oturumda konuşulanlar ve tartışılanlar günlerce basının gündeminde yer aldı. Çünkü, İsmail Hakkı Tonguç’un da belirttiği gibi Köy Enstitüleri ile amaçlanan yalnız köylerin kalkındırılması değil, anlamlı ve bilinçli bir şekilde köyün içten canlandırılmasıydı. Köyler yüzyıllar boyunca sömürülmüş, ezilmiş ve kendilerine bir şey verilmemiş yerlerdi. Cumhuriyet rejiminin amacı köylerde yaşayan insanları Türkiye’nin yönetiminde söz sahibi yapmaktı.
Enstitülerin ilk hazırlıkları Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan zamanında başlatılmış, Hasan Âli Yücel de Aralık 1938’de Milli Eğitim Bakanlığı’na getirilince dostu İsmail Hakkı Tonguç ile birlikte Türkiye’de ulusal kalkınmanın temellerini atmıştı.
Kısa zamanda Türkiye 21 bölgeye ayrılarak her birinde birer enstitü kuruldu.
Toprak sahipleri ve gerici çevreler halkın kalkınmasından ve aydınlanmasından ürktüler. Enstitülere “Bunlar komünist yuvası oldu,” diyerek saldırmaya başladılar. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü bu saldırılara daha fazla dayanamadı, Hasan Ali bakanlıktan alındı ve yerine Şemsettin Sirer atandı. O da Köy Enstitüleri’nin programlarını değiştirdi. Ve enstitüler amaçlarından uzaklaştırıldılar.
Yaklaşık 20 yıl önce İzmir’de katıldığım bir toplantıda İnönü’nün Köy Enstitüleri’nden ödün vermesini sitemli ama tatlı bir dille eleştirmiştim. Çünkü Sayın İnönü’ye her zaman büyük hayranlığım vardı. Bugünlerde güncel politika olaylarında adı çok geçen ve CHP’den istifa eden bir politikacı ayağa kalkarak şöyle haykırdı: “Hıfzı Topuz haksızdır, Köy Enstitüleri’ni İnönü kurmuştur, istediği zaman da kapatır.”
Yorum yapmıyorum.
TRT’deki oturum çok geniş yankılar uyandırdı demiştim. Bugün aylık yazımı o toplantıda söylenen sözlerin ilginç olanlarıyla sürdüreceğim.
– FAKİR BAYKURT:
Ben Köy Enstitüleri’ni anladığımız anlamda birer okul olarak görmüyorum. Hatta kurucular okul adını kullanmaktan dikkatle kaçınmışlar, bu yüzden enstitü demişlerdir. Eğer buna Türkçe bir ad bulmak lazım gelirse Köy Eğitim Kurumları ya da Derslikleri demek gerekirdi. Enstitü derslikleri ve laboratuvarları olan bir okuldur. Köy Enstitüsü derslikleri de yalnız bir okul değil, dış etkinlikleri olan bir yaşama alanıdır.
Köyden ayrıldığım zaman ben şiir yazmayı biliyordum ama bu bilgi halk şiiri tarzında, geleneksel bir bilgiydi. O günkü yayınlardan öğrendiğim gibi aşıkların biçiminde şiirler yazıyordum. Bu herkeste olabilecek bir yetenektir. Bilinçlendirilmesi ve geliştirilmesi gerekir. İlk aylarda Türkçe dersinde öğretmenimiz benim ödevime ayrı bir gözle baktı, bir değer verdi ve beni Enstitü kitaplığının yönetimine geçirdi. Orada iki üç yıl katkılarım oldu. Ben Enstitü kitaplığında o günkü bütün sanat yayınlarını izleyebiliyordum. Dergilerle bağ kurdum. Köy Enstitüleri adıyla bir dergi yayınladık. Yazdığımız yazılar ve yaptığımız incelemeler o dergiye gönderilirdi. Şiirlerim orada yayımlandı.
– ŞERİF TEKBEN:
Köy Enstitüleri’nde öğrenimin demokratik bir niteliği vardır. Bu Tonguç’un düşüncelerinden gelir. Yani bizi eğiten Tonguç olmuştur. Fakat Köy Enstitüleri koşulları çok değişikti. Dağ başında kurulmuş Köy Enstitüleri’nin despotça bir disiplin altında çalışmasına imkan yoktu. Bunun için Enstitü’nün müdüründen hademesine kadar herkesin bu koşullara uyması gerekirdi. Akçadağ Köy Enstitüsü’nün müdürü de çocuklarla aynı şartlarda yaşardı. Çocuklar gibi o da kış gecelerini dört battaniyenin altında geçirmek zorundaydı. Yoksa orada o şevkle çalışmayı sağlamak imkânsızdı.
– MAHMUT MAKAL:
Köy Enstitüleri Türkiye’de öteden beri mevcut olan insan tipini ve düzeni değiştirmek için kurulmuş eğitim kurumlarıdır. Eğer enstitüler başarısız olsaydı kapatılmazlar ve adları değiştirilmezdi. Enstitüler köylünün okutulması, iş eğitiminin yaygınlaştırılması, Ata’nın deyimiyle “çağdaş uygarlık düzeyine” çıkarılması için kurulmuşlardı. Köy Enstitüleri düzene karşı ulusu kurtaracak olan insanları yetiştirmeyi başarmasaydı ne politikacılar ne de toprak ağaları harekete geçerdi. Köy Enstitüleri çağını yitirmiş kurumlara ve anlayışa karşı çıkan insan yetiştirmekte başarılı olduklarını göstermişlerdir.
– CAN YÜCEL:
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra üstyapı devrimleri yerine getirilmiştir. Ama Türk köylüsünün alt yapısında temelli değişiklikler yapılamamıştır. Köylü büyük bir ezinti içinde kalmıştır. Gerçi aşar kaldırılmış ama yerine hayvan vergisi, yol vergisi gibi dolaylı vergiler getirilmiştir.
Adeta Türkiye’nin ekonomik bünyesi kenti besleyecek bir sistem olarak görülmüştür. İkinci Dünya Savaşı arifesinde gerekirse sınırda dövüşecek, geride ordunun ve kentin beslenmesini sağlayacak köylünün rejime bağlı kalması arzu edilmiştir.
Rejimin yönetimi için sosyal demokrat bir temel lazımdı. Bu yolda çalışmalar Hasan Ali’nin bakanlığa getirilmesiyle başlamamıştır. Bu ihtiyaç İsmail Hakkı Tonguç’un büyük uzmanlığı ve insanlığı içinde biçimlenmiştir. Bu kadroyu yetiştirmek de sosyal demokrat bir uygulamayla birlikte ele alınmıştır.
Tanıyanlar bilirler, babam bir şehir çocuğuydu. Alaturka sever, şiir sever, insanlarla sohbet etmeye bayılırdı. İnsan olma meselesini kendi halkının meselesi olarak görecek kadar geniş yürekli, vicdanlı ve bilinç sahibiydi.
Yani bir insanın kendi başına bir insan olmadığını anlayacak bir havsalaya sahipti. Yani en doğru anlamıyla milliyetçi ve milli kılık taşıyan bir insandı. Eğer Köy Enstitüsü meselesi bunca sarsıntıdan sonra hâlâ Türkiye’de bir yönetim, eğitim, öğretim ve devrim sorunu olarak ele alınıyorsa bunda gerek Tonguç’un gerek Hasan Ali’nin anlayış ve sağduyuyla davranmalarının rolü olmuştur.
– MEHMET BAŞARAN:
Köy Enstitüleri köye sadece öğretmen yetiştiren kurumlar değildi. Aynı zamanda köyün kalkınmasına önderlik edecek kişileri yetiştireceklerdi. Öğretmenler sınıfta, dört duvar arasına kapanmış köy çocuklarını okutmakla yetinmeyecek, köyün içinde bulunduğu üretim sisteminde başarılı olması için köylüye sanat dersleri, tarım dersleri de vereceklerdi. 21 bölgede kurulan Köy Enstitüleri ülkemizde fırsat eşitliği sağlayacaklardı.
– MUSTAFA ÜSTÜNDAĞ (MİLLİ EĞİTİM BAKANI):
Köy Enstitülerinin bugünkü klasik okullardan farkı şudur: Köy Enstitüleri okul olarak gerçekten hayatın kendisi olma ilkesini gerçekleştiren kurumlardır. Okul toplumdan kopuk, kapalı bir kurum olmamalıdır. Okul sosyal sistemin, hayatın bir parçasıdır. Üretim sisteminin bir yansımasıdır. Çeşitli bölgelere dağılan Köy Enstitüleri o çevrenin üretim sistemiyle ilgili konuları ele almıştır. Denizcilik bölgesinde balıkçılık öğretilirken, sazlık bir bölgede hasır örme öğretilmiştir. O halde Köy Enstitüleri eğitim düzeyinde en son gelişmeleri uygulamaya koymuştur.
Öte yandan Köy Enstitüleri demokratik rejimin istediği insanı yetiştirmeye yönelmiştir. O dönemde öğretmenler yönetime katılıyorlardı. Hem demokrasiden söz edeceğiz hem de yarınki toplumun gerçeklerini anlatacağız diyorlardı. Köy Enstitüleri köyün bütün yönleriyle kalkınmasında önderlik edecek liderler yetiştirmeyi amaçlıyorlardı.