Endüstriyel tarım krizi derinleşirken: Agroekolojiye dönüş mümkün mü?
Murat Büyükyılmaz
Endüstriyel tarım ve gıda sisteminin krizine yönelik kapsamlı ve çok yönlü bir çözüm arayışı olan agroekolojiyi Independent Türkçe için uzmanlarla konuştuk.
Türkiye’de uzun yıllardır artan üretici maliyetleri ve gıda fiyatları, küçük üretici çiftçilerin koşullarını ve gıda güvencesini giderek daha da zayıflatırken; endüstriyel tarım ve gıda sisteminin güvenliği, insan sağlığı ve ekolojik denge üzerindeki aşındırıcı etkileri, üretim teknik ve koşullarının da etkisiyle ağırlaştı.
Kovid-19 pandemisi ile tarım ve gıda alanındaki kırılganlıklar belirginleşti, gıda güvencesi ulus devletler için ulusal güvenlik meselesi haline geldi.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ise, gerek tarım ve gıda üretiminin girdi fiyatlarını artırıcı etkisi gerekse Rusya ve Ukrayna’nın iki büyük tarımsal aktör oluşu sebebiyle, hali hazırda süregelen gıda krizini çeşitli başlıklarda derinleştirdi.
Gıda krizinin kendisini gösterdiği pek çok biçim ve düzleme baktığımızda ise, endüstriyel tarım sisteminden kaynaklanan nedenlere ve etkilere ulaşıyoruz.
Endüstriyel tarımın yarattığı tahribatın ötesinde, nedeni ve etkeni olduğu gıda krizinin farklı yönleriyle derinleşmesi, doğal olarak endüstriyel tarım ve gıda sisteminin sorgulanmasına yol açıyor.
Endüstriyel tarım sisteminin sürdürülemez hale gelmesiyle, yerini alacak yeni tarım ve gıda sisteminin gündeme gelmesi ise yaşamın devamlılığı kadar ehemmiyetli ve meşru bir gündemi oluşturuyor.
Endüstriyel tarım ve gıda sisteminin ortaya çıkardığı kriz ve sorunlara yönelik kapsamlı ve çok yönlü bir çözüm arayışı olan agroekoloji, tam da bu noktada ayrıntılandırılarak tartışılması gereken bir başlık olarak öne çıkıyor.
Agroekoloji, endüstriyel tarıma gerçekçi bir alternatif olabilir mi?
Çiftçiler için, agroekolojinin endüstriyel tarımdan ne farkı var?
Çiftçiler için agroekoloji gerçek ve kazançlı bir alternatif mi?
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü’nden Dr. Arş. Gör. Fatih Özden, Çiftçiler Sendikası (Çiftçi-Sen) Genel Sekreteri Berin Ertürk, Meksika Chiapas Colegio la Frontera Sur (ECOSUR-İleri Araştırmalar Enstitüsü) Agroekoloji profesörü, Brezilya’daki Federal Ceará Üniversitesi’nin (UFC) Coğrafya Bölümü misafir öğretim üyesi ve Land Research Action Network’ün (LRAN) koordinatörü Prof. Dr. Peter M. Rosset ve Erasmus Rotterdam Ünviersitesi International Social Studies Politik Ekoloji Programı doktora araştırmacısı Umut Kocagöz ile endüstriyel tarım ve gıda sisteminin krizine yönelik kapsamlı ve çok yönlü bir çözüm arayışı olan agroekoloji üzerine konuştuk.
Agroekoloji, endüstriyel tarım ve gıda sisteminin ortaya çıkardığı kriz ve sorunlara yönelik kapsamlı ve çok yönlü bir çözüm arayışıdır.
Son günlerde sıkça duyduğumuz ve önümüzdeki dönemde daha da sık duymaya başlayacağımız agroekoloji kavramının kökenine baktığımızda agro “tarla” veya “tarım”, eko “ev” veya “çevre”, loji ise bilim anlamına geldiğini belirten Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü’nden Dr. Arş. Gör. Fatih Özden, “Dolayısıyla kavramı Türkçeleştirmeye çalıştığımızda ekolojik tarım, çevrecil tarım veya doğa dostu tarım gibi ifadeler öne çıkıyor. Buna karşın agroekoloji kavramını kendi tarihselliği bağlamında düşündüğümüzde, anlamının bu ifadeleri de kapsayan ancak aşan bir içeriğe sahip olduğunu görüyoruz. Bu nedenle dikkatimizi kavramın Türkçe karşılığından veya kelime anlamından ziyade içeriğine vermemiz gerektiğini düşünenlerdenim” şeklinde konuştu.
Kavramın ilk kullanılmaya başlandığı 1930’lu yıllardan 1960’lı yıllara kadar agroekoloji, tarla ölçeğinde uygulanan ekolojik yöntemler ve zararlı yönetimi olarak tanımlandığını ifade eden Özden, şöyle devam etti:
1980’lerle birlikte tarımda kullanılan sentetik kimyasalların ve diğer endüstriyel girdilerin doğal varlıklar ve çevre üzerinde yarattığı olumsuzluklar agroekoloji çevrelerinin gündemine girmeye başlası. 1990’lı yıllar ise agroekolojinin kurumsallaşmaya ve yerleşmeye başladığı yıllar oldu.
Günümüze geldiğimizde ise agroekoloji ekoloji ve tarım biliminden yararlanan, buna karşılık yerel bilgi gibi farklı bilgi ve bilme biçimlerini de kapsayan; çok disiplinli, katılımcı ve eyleme dönük yaklaşımları odağına alan; tarım-gıda sistemini etkileyen politik-ekonomik koşullarla da ilgilenen bir çerçeveye kavuştu. Bu tariften yola çıkarak agroekolojinin üç temel ayak üzerinde yükseldiğini söyleyebiliriz: Bilim, uygulama ve hareket.
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü’nden Dr. Arş. Gör. Fatih Özden
Tarım gıda sisteminin tasarımı, planlanması ve yönetimine ekolojik kavram ve ilkelerin uygulanmasına ve gıda sisteminin ekolojik, ekonomik ve sosyal olarak sürdürülebilirliğine yönelik tüm araştırma, eğitim ve yayım faaliyetleri agroekolojinin bilimsel temelini oluşturduğunu söyleyen Özden, “Piyasadan temin edilen dış girdiler yerine doğal süreçlerden yararlanarak, ekosistem bileşenleri arasında faydalı biyolojik etkileşimler ve sinerjiler oluşturarak yapılan doğa dostu tarımsal üretim ise agroekoloji uygulamalarını ifade ediyor” dedi.
Toplumsal bir hareket ve politika olarak ise agroekolojinin, kırsal alanların ekonomik yapısını kısa pazarlama zincirleri ile adil ve güvenli gıda üretimini sağlayacak şekilde güçlendiren, yerel olarak uygun gıda sistemleri inşa ederek onu dönüştürmeyi hedeflediğini vurgulayan Özden, “Bu yönüyle iklim değişikliği ve yetersiz beslenme gibi mevcut zorluklara bir çözüm olarak da görülüyor. Agroekoloji hareketi; küçük ölçekli gıda üretimini, aile çiftçiliğinin çeşitli biçimlerini, çiftçileri ve kırsal toplulukları, gıda egemenliğini, yerel bilgiyi, sosyal adaleti, yerel kimliği ve kültürü, yerel tohumlar ve yerel hayvan ırkları üzerindeki yerel hakları destekliyor” şeklinde konuştu.
Türkiye’de agroekolojinin akademi, tarımla ilgili merkezi ve yerel yönetim kuruluşları ve konuyla ilgili birçok STK tarafından politik yönünden bağımsız, indirgemeci bir yaklaşımla ele alındığını belirten Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü’nden Dr. Arş. Gör. Fatih Özden, şunları kaydetti:
Bu kapsamda agroekoloji daha çok, endüstriyel tarım gıda sistemi içinde kalarak, tarımsal faaliyetlerde ekolojik ilkeleri öne çıkaran bilimsel bir disiplin olarak görülüyor. Agroekolojiyi bilimsel yönünün yanında politik bir hat olarak gören toplumsal hareketlerle bilimciler ve bilimsel kuruluşlar arasındaki mesafe, söz konusu hareketler için agroekolojinin daha çok söylem düzeyinde kalması sonucunu yaratıyor. Bu durum agroekolojinin uygulama ayağını da olumsuz etkiliyor.
Uygulamalar, çoğunlukla sentetik kimyasal girdilerin yine piyasaya bağımlı kalınarak organik girdilerle ikame edilmesiyle sınırlı kalıyor ve çiftçilerin otonomisini (bağımsızlığını) güçlendirmeye hizmet etmiyor. Oysa son günlerde başta gübre ve mazot gibi fosil yakıta dayalı girdi fiyatları olmak üzere üretim maliyetlerindeki artışlar, şirketlere bağımlı bir tarım-gıda sisteminin çiftçiler ve tüketiciler açısından ciddi risk anlamına geldiğini gösterdi.
Dolayısıyla çiftçilerin bu pahalı, şirketlere bağımlı, sağlığa ve çevreye zararlı üretim sisteminden mümkün olduğunca uzaklaşmaları önemli. Türkiye için en önemli konu bugün için taraf gibi görünen; oysa agroekolojinin ortak paydaşları olan özneler arasındaki mesafenin kapatılarak agroekolojinin bilim, uygulama ve hareket bileşenleri arasında sinerjinin yaratılmasıdır. Bunun yolu da kır ve kent emekçilerinin tarım ve gıda politikalarının belirlenmesinde doğrudan müdahil olabildikleri gıda egemenliği paradigmasından geçiyor. Uluslararası köylü hareketi La Via Campesina’nın Doğu ve Güneydoğu Asya Bölgesel Sekreteri Haesook Kim’in deyişiyle; ‘Agroekoloji olmadan gıda egemenliği sadece bir slogandır, gıda egemenliği olmadan agroekoloji ise sadece bir tekniktir.’
Çiftçiler Sendikası (Çiftçi-Sen) Genel Sekreteri Berin Ertürk de, agroekoloji ile endüstriyel tarımın farklılıklarına dikkat çekti.
Amaçlarının, yöntemlerinin ve dolayısıyla çıktılarının da farklı olduğu belirten Ertürk, “Agroekoloji gıda, endüstriyel tarım meta/hammadde üretir. Amaçlar farklı, yöntemler farklı, çıktılar farklı” ifadelerini kullandı.
Çiftçilerin eğer kazanca “Bir dönüm kaç para getirir” şeklinde bakmazlarsa agroekolojinin kazançlı olduğunu ifade eden Ertürk, agroekolojinin toprağı zenginleştirdiğinin altını çizerek, “Toprağınız yıpranıp yoksullaşmaz, giderek zenginleşir; bitki besleme ve koruma gereksinimi giderek azalır; iş kolaylaşır. Sağlıklı ortamda yaşar, sağlıklı beslenirsiniz” dedi.
Çiftçiler Sendikası (Çiftçi-Sen) Genel Sekreteri Berin Ertürk
Ekolojik üretime devlet desteğinin bulunmadığını ifade eden Ertürk, “Piyasa koşullarında endüstriyel ürünlerle rekabet şansı ise çok zayıftır, çünkü piyasa görünüm, raf ömrü gibi özellikleri esas alır. Ancak ekolojik ürünlere talep var ve hızla artıyor. Ekolojik üretim yapanlar alternatif dağıtım olanakları bulmak/yaratmak zorunda” şeklinde konuştu.
Ayrıca Ertürk, agroekolojik üretime yönelik devlet desteğinin olmadığı koşullarda ekolojik ürünlerin de tüketiciye ulaşam koşullarının tüketicilerin çabalarıyla oluştuğunu belirterek, “Bu olanaklar çoğunlukla bizzat tüketiciler tarafından, bazen de üreticilerin girişimiyle oluşturuluyor; bazı yerel yönetimler destek sağlıyor” diye kaydetti.
Meksika Chiapas Colegio la Frontera Sur (ECOSUR-İleri Araştırmalar Enstitüsü) Agroekoloji profesörü, Brezilya’daki Federal Ceará Üniversitesi’nin (UFC) Coğrafya Bölümü misafir öğretim üyesi ve Land Research Action Network’ün (LRAN) koordinatörü Prof. Dr. Peter M. Rosset ile ise çiftçilerin endüstriyel tarımdan agroekolojiye dönüşlerinin koşulları üzerine konuştuk.
La Via Campesina Agroekoloji ekibinde de yer alan Rosset, uyguladıkları bir “agroekoloji müfredatının” olmadığını, bir müfredattan ziyade, uyguladıkları bir mantık olduğunu belirtti.
Temel ilkelerinin çiftçiden çiftçiye aktarım olduğunu belirten Rosset, “Biz yaptığımız bütün çalışmalarda, çiftçiden çiftçiye metodolojisini uygulamaya çalışıyoruz. Aktivistler, araştırmacılar veya örgütler olarak, temel görevimiz/işlevimiz, çiftçilerin birbirlerinden öğrenebilecekleri imkan ve olanakları yaratmak. Çünkü birbirinden öğrenme süreçlerini sistemli bir hale getirmek; buna yönelik vesileler oluşturmak gerekiyor” şeklinde konuştu.
Brezilya’daki Federal Ceará Üniversitesi’nin (UFC) Coğrafya Bölümü misafir öğretim üyesi ve Land Research Action Network’ün (LRAN) koordinatörü Prof. Dr. Peter M. Rosset
Eğitim sürecini “teknik” bir dilim olarak ele almadıklarını ifade eden Rosset, “Daha önceki deneyimlerimize istinaden, belirli bir ‘müfredatı’ olan, sınıf düzeninde, programlı eğitim sistemlerinin başarılı olmadığını görüyoruz. Bunun yerine, ‘süreç’ olgusunu getirmek daha doğru. Çiftçilerin birbirlerinden öğrenebilecekleri süreçler yaratmak. Bizlerin görevi, bu süreçleri yaratmak, oluşturmak, bunlara vesile olmak” ifadelerini kullandı.
Ayrıca, çiftçilerden “bütünsel” bir geçişi beklemenin doğru olmadığını vurgulayan Rosset, “Tamamen endüstriyel tarım yapan bir çiftçinin, agroekolojik üretime geçişi belirli bir zaman ister, kademelendirerek mümkün olur. Çiftçiye ‘yapabileceği’ pratikleri sunmak, ondan gerçekçi çözümler beklemek gerekir. Dönüşüm başladığında, zamanla daha bütünsel bir dönüşüme doğru evrilecektir. Dolayısıyla, ne geçiş yapan çiftçi sayısına, ne de çiftçinin mevcut durumunun ne kadar kötü olduğuna bakmayız. Geçişin, dönüşümün kendisine odaklanırız. Dönüşüm kendisinde mutlaka sonuçlar üretilir” şeklinde konuşarak “vesile olmak” için izledikleri yöntemi şöyle aktardı:
Bir bölgede, çiftçilerin ne tür tarım yöntemleri uyguladıklarına dair detaylı-kapsamlı bir anket yaparız. Bu ankette, çiftçilerin ‘agroekolojik’ olarak değerlendirilebilecek yöntemlerini tespit ederiz. Bu tür bir çalışma, aslında çok küçük görünen onlarca agroekoloji yönteminin tespit edilmesi ve kayıt altına alınması açısından çok önemli. Böylece bir bilgi deposu oluşturulur, hangi çiftçinin hangi yöntemleri kullandığı kayıtlı hale gelir. Agroekolojik uygulamalar yapan çiftçilerin pratiklerini diğer çiftçilere göstermek amacıyla, çiftlik ziyaretleri organize edilir. Bu ziyaretlerde, ‘ev sahibi çiftçinin’ uyguladığı agroekolojik yöntemler, hangi tarımsal soruna karşı ne tür yöntemler uyguladığı gibi meseleler, diğer çiftçilerle paylaşılır; uygulamalı olarak gerçekleştirilir. Böylece, ‘çiftçiden çiftçiye’ yöntem, pratikte uygulanmış olur. Her pratik uygulama, bir soruna işaret eder, bir sorunu çözmek içindir.
Prof. Dr. Rosset, agroekoloji için izlenecek 4 adım olduğunu söyledi
İzlenecek 4 adım olduğunu belirten Rosset, bu başlıkları şöyle sıraladı:
1. Adım: Çiftçilerin sahip olduğu problemlerin tespit edilmesi
2. Adım: Çiftlik ziyaretiyle, agroekoloji yöntemi uygulayan çiftçilerin çiftliklerinde atölyeler yapmak.
3. Adım: Başka çiftçiklere gitmek, çiftçilerin bir araya gelmesine ve sorunlar hakkında
konuşmalarına vesile olmak.
4. Bir zaman sonra, çiftiler agroekolojik köylü haline gelecektir.
Bu sürecin özünde, tarım uzmanı, aktivist, araştırmacı, kolaylaştırıcı örgüt gibi aktörlerin “süreç” organizasyonunu sağladığının altını çizen Rosset, bu aktörleri “Bir tür ‘kolaylaştırıcı’ rolü oynamaktadırlar” şeklinde ifade etti.
Bu rolün “sürecin doğallığını bozmadan, bir katalizör görevi görmek anlamına geldiğini” vurgulayan Rosset, “Teknik bir uzman yerine, öğrenme süreci çiftçiden çiftçiye olmalı. Sınıf ortamı yerine, çiftlik ziyaretleri olmalı. Aktivistler, ‘öğrenme alanını’ örgütlemeli. Lojistik işleri, kolaylaştırıcılığı sağlamalı. Çiftçiler, bu alanı kendileri kurmazlar. Dünyanın her yerinde, çiftçiler bulundukları bölgelerde ortak sorunlar yaşarlar ve az sayıdaki çiftçi çözüm yollarına sahiptir. Ancak, yeşil devrim ve neoliberal dünyayla birlikte ‘bilgi’ parçalanmıştır. Bizim görevimiz, bu bilgi parçalarını bulmak, bir araya getirmek ve anlamlı bir bütün oluşturmak” şeklinde konuştu.
Türkiye’de çiftçilerin endüstriyel tarım ve gıda sisteminden bağımsızlaşabilmeleri için önerilen bir agroekoloji hareketinin nasıl inşa edilebileceği üzerine konuştuğumuz Erasmus Rotterdam Ünviersitesi International Social Studies Politik Ekoloji Programı doktora araştırmacısı Umut Kocagöz, sözlerine “Öncelikle kendinden menkul, öznesi belirsiz bir ‘agroekoloji hareketi’ tarifine karşı ihtiyatlı olmamız gerekiyor. Zira agroekoloji tartışmasının içinden çıktığı tarihsel-toplumsal bağlam ve bunu tarifleyen öznelerin karşısında durduğu sermayenin agroekoloji paradigmasını içerimlemek için kullandığı, içine sızdığı bir yöntem bir ‘hareketi’ öznesiz ve tarihsiz olarak ifadelendirmek. Dolayısıyla agroekoloji paradigmasını sahiplenip toplumsal ilişkilerde bir harekete dönüştürecek tarım emekçilerine işaret etmemiz gerekir. Agroekoloji bir hareket olarak kurulacaksa, bu tarım emekçilerinin bizzat örgütlü pratiğiyle var olabilir” diyerek başladı.
Erasmus Rotterdam Ünviersitesi International Social Studies Politik Ekoloji Programı doktora araştırmacısı Umut Kocagöz
Küresel çiftçi hareketi La Via Campesina’nın agroekoloji hareketi olarak ifade ettiği şeyin temelinde, çiftçilerin kendi aralarında bilgi ve deneyim aktarımı olduğunu ifade eden Kocagöz, “Buna göre, çiftçiler kendi tarlalarında, bahçelerinde geliştirdikleri, uyguladıkları yöntemleri, gerek başka çiftçileri ziyaret ederek, gerekse kendi tarlalarında başka çiftçileri ağırlayarak paylaşır. 70’lerde Orta Amerika’da, 90’larda Küba’da etkin bir şekilde gelişen ve Küba’nın ambargo sonrası hayatta kalmasını mümkün kılan bu yönteme campesino a campesino, yani çiftçiden çiftçiye yöntemi deniyor. Burada, çiftçiler arasında eşit, demokratik, yatay bir ilişki kurulması da hedefleniyor. Tarım emekçilerinin kendi örgütlenme pratikleri yoluyla, kapitalist şirketler karşısında özgüçlenmesini ifade ediyor agroekoloji” dedi.
Günümüzde Türkiye’nin bir agroekoloji hareketi oluşmasının çeşitli dinamiklerini taşıdığını vurgulayan Kocagöz, “Örneğin, derinleşen ekonomik kriz, çiftçilerin borçluluk durumu, üretmenin giderek zorlaşması… Ancak, iç dayanışması, ilişkisi, ağı, etkileşimi güçlü, böyle bir dönüşümü taşıyacak, koordine edecek, sürdürecek bir örgütlenme söz konusu değil.” Vurgusunda bulunarak şöyle devam etti:
Bir kere böyle bir örgütlenmenin, agroekoloji hareketinin karşısında konumlandığı sermayeden, şirketlerden ve onun devletinden bağımsız olması gerekir. Dolayısıyla, tarım emekçilerinin gerçekten bağımsız bir örgütlenmesinin yaratılması, olası bir agroekoloji hareketinin temel önceliği olarak görülmelidir. Bugün böyle bir örgütlenmenin taşıyıcı unsuru olabilecek seçenekleri ele alalım. Ziraat Odaları, çok nadir örnekleri dışında, sisteme teslim olmuş durumdadır.
Kooperatifler, muhtemelen çok azını dışında tutarak söyleyelim, zaten yasal olarak ticari işletme gibi ele alınmaktadır, bunları “işleten” üreticiler de işletmeciye dönüşmeyi kabul etmiş durumdadır. Yani, orada da bir teslimiyetten söz edebiliriz. Bugün kooperatifçiliğin bir alternatifmiş gibi yaygınlaşmasının temel sebebi, sermayenin devletinin tarımsal üretimden vazgeçmesi sonrasında, tarım alanlarının enerji, maden, ulaşım, turizm gibi sektörlere açılması; ayrıca tarımsal desteklerin bazı geleneksel yerlerde kesilmiş olmasından dolayı, bildiğimiz tarımın sonuna gelmiş olmamızdır.
Esasında, geleneksel özellikler taşıyan kooperatiflerin herhangi bir alternatif olma durumları yoktur; bunlar, tarihin çöplüğüne gidecek bir tarım sistemine tutunma çabalarının ötesinde bir eğilim göstermiyorlar henüz. Uzun yıllardır örgütlenme çabasında olan çiftçi sendikaları da yasal engellerin yarattığı kesintiyle yollarına devam ediyor. Ancak bunlar da bir agroekoloji hareketinin taşıyıcı gücü olma kapasitesine henüz sahip değil. Tarım emekçilerinin gerçek anlamda örgütsüzlüğü dolayısıyla, temel sorunların başında gelmektedir.
En başa dönecek olursak, bir hareket olarak agroekolojinin inşa edilebilmesi için öncelikle onun kapsadığı paradigmayı taşıyacak tarım emekçilerinin bir politik güç olarak örgütlenmesi gerekiyor.
Örgütlenme sorununun agroekolojinin temel bileşeni olduğu, agroekoloji hareketini küresel ölçekte takip eden Peter Rosset ve Miguel Altieri’nin yakın zamanda yayımlanan “Agroekoloji: Bilim ve Politika” kitabında açıkça dile getirildiğini söyleyen Kocagöz, “Yani, bir kriz var ve bu agroekolojinin yaygınlaşması için önemli bir faktör, ancak bu yaygınlaşmanın sağlanabilmesi için kolektif bir çabayı harekete geçirecek örgütlenme pratiği söz konusu değil” şeklinde konuştu.
Tarımda neoliberal dönüşüm ve çiftçi örgütlenmeleri üzerine çalışan Umut Kocagöz, ifadelerini şöyle sürdürdü:
Başka bir dinamikse, tüm bu örgütsüzlük içerisinde var olma çabasında olan, Türkiye’nin geleneksel köylüleri (yani geleneksel tarım yöntemlerini bilen, tohumları saklamış, iklimi okuyabilen bir bilgeliğe sahip köylüler), ki artık ciddi bir yaşlılık söz konusu bu kesimde, bir de, ekolojik duyarlılığı yüksek yeni köylüler. Kırsalı ve tarımı bir girişimcilik membaı gibi gören yeni köylüleri bir yana koyarak söyleyecek olursam, gerçekten çok temiz ve radikal hayallerle, inançla kırsala yerleşen, adil, sömürüsüz, ekolojik hayat yaşamak isteyen çokça insan var Türkiye’de. Şimdi, geleneksel köylü ile bu yeni köylüler, tüm bu kaos içerisinde, Türkiye’de agroekoloji hareketinin muhtemel oluşumunun çekirdeğini temsil ediyor. İlk grup, geleneksel köylü tarımı bilgisini, bu topraklara özgü agroekoloji deneyimini taşıyor olmalarından dolayı.
İkinci grupsa, niyet ve arzu itibarıyla, zaten ekolojik bir hayat yaşama isteklerinden dolayı… Benim de şahit olduğum, farklı bölgelerde farklı yaş gruplarından ‘genç’ ve ‘yeni’ köylüler, hali hazırda çiftçiden çiftçiye yöntemleri kullanıyorlar zaten. Bu bir hobi gibi değil, hayatta kalmanın zorunlu bir biçimi. Çünkü eğer tarım yapılacaksa, bunun öğrenilmesi, değişen iklim vb. koşullara uyum sağlanması gerekiyor. Başkasından öğrenmek, maliyetsiz, dayanışmacı, dostane. Sosyal bir ilişki aynı zamanda. Buradaki yaşamsal zorunlulukla, ülkenin kaderi arasında bir ilişki kurabilirlerse, bu insanlar önümüzdeki yılların agroekoloji hareketinin öncüsü olabilirler. Şöyle ki, ilkin, hala köylerde yaşayan yaşlı nüfusun bilgeliklerinden öğrenerek işe başlanabilir.
İkincisi, kır ve kentin fazlasıyla iç içe geçtiği bu dönemde, artık kentten bu anlamda “kaçmak” mümkün olmadığına göre, kır-kent arasında yeni bir ilişkinin kurulması gerekir. Bu da, agroekoloji hareketinin dayanışmacı temellerinde kurulabilirse bir anlam kazanır. Yani, yeni köylüler de kentliler için üretim yapacaklar.
Neden bu ilişki bir ticari ilişki dışında, dayanışmacı bir anlam kazanmasın? Üçüncüsü, bunun için örgütlenmeleri gerekir. Başta kendi yerelliklerinde oluşturacakları birlikler, bu birliklerin bölge ve ülke çapında güçlü bir dayanışma ilişkisiyle, bir sınıfsal pozisyonu ifade edecek şekilde genişlemesi. Yani, zenginleşme, sermaye birikimi peşinde olmayan, kendi emeğiyle, hakkıyla geçinen bir köylü kesim, ayağa kalkıp kendi kaderini de tayin etmek isterse; ülke çapında güçlü bir örgütlenme pratiği kurmaya girişirse; bunu da keyfiyete veyahut bir takım politik ideallere göre değil, hayatta kalmanın, var olmanın hakiki ve acımasız bir koşulu olarak görürlerse, o zaman zaten gerçekten bir örgütlenme gelişebilir ve bu hareket de ekolojik duyarlılıklarından dolayı agroekolojiyi güçlü bir şekilde benimseme ve inançlı bir şekilde yaygınlaştırma çabasına girebilir.
Türkiye’de tarımın büyük ölçüde dönüştüğünü de sözlerine ekleyen Kocagöz, “Tarımda işçileşmenin giderek arttığı, geleneksel küçük köylü üretiminin şirketlere bağlandığı, sözleşmeli tarımın yaygınlaştığı günümüzde, agroekoloji Türkiye’nin emekçi sınıflarının nasıl besleneceği, nasıl hayatta kalacağıyla ilgili bir sorun olarak tarif edilmek durumunda. Ancak bu şekilde bir agroekoloji gerçek kaynağını bulabilir, soyut ve elitist bir tartışmadan çıkarak emekçi sınıfların hareketinin bir parçası haline gelebilir. Velhasıl, Türkiye gibi agroekolojik yapısı endüstriyel tarım tarafından delik deşik edilmiş, şirketlerin sermaye devleti aracılığıyla güçlü bir boyunduruk kurduğu bir ülkede, geleneğinde örgütlenme olmayan bir kesim olan tarım emekçilerinin, devlet ve sermayeden bağımsız bir örgütlenme sürecine girişerek bir güç haline gelmeleri dışında, ben agroekoloji hareketinin gelişmesinde bir imkan görmüyorum. Bu imkan, gerçekten bu kesimin kendisini bir güç olarak inşa etmesiyle mümkün olabilir. Bu da uzun, sabırlı, ama kolektif bir yolu, çabayı; yeni bir demokratik deneyimi gerektirir. Bunu ne kadar başaracağımızı hep birlikte göreceğiz” diyerek sözlerini sonlandırdı.
© The Independentturkis