Patates
Sonra bir gün, davullar zurnalar, şenlikler halaylar. Neye uğradığını şaşırmış patates, filenin içinden şaşkın bakar…
Her öğünde türlü türlü koşturulur tencere tavalara ama misal bir Instagram fotoğrafının öznesi bile olamaz.
Kiraz değil, erik değil, çilek değil, kim niye baksın bu garibe.
Yamru yumru, eğik büğük bir “şey” neticede.
Kullanılmadığı için bir köşede bekletildiği ya da sadece beklemesi için bekletildiği zaman, sağından solundan çirkin uçlar çıkar biraz olsun güneşi gördüğünde. Sonra geldiği yere döner yeniden, toprağa, 30 santimetre altına. Yine gübre, yine çile.
En güzel göründüğü zaman, kendinin toprağın altında, yemyeşil filizlerinin boy boy toprağın üzerinde salındığında. Bilmeyen, o çorak toprağı şenlendiren yeşilliğin güzelliğinin ondan olduğunu anlamaz, bakar uzun uzun bereketli tarlalara.
Kimse kendine öylesine uzun ve derin bakmamıştır oysa.
* * *
Sonra bir gün, davullar zurnalar, şenlikler halaylar.
Neye uğradığını şaşırmış patates, filenin içinden şaşkın bakar.
Türk bayrağı ile süslenmiş sıra sıra kamyonlar, gece yarısı, gözler yaşlı, Niğde’den, Nevşehir’den dualarla çıkar yola.
Gece boyu yol alır patatesler, kendi gibi bunca zamandan sonra nihayet mağrur kardeşi soğanla.
Hilvan’da, onu ve kader arkadaşlarını kaymakam karşılar, İstanbul’da vali yardımcısı.
Ne mutluluk.
File file “ihtiyaç sahiplerine” dağıtılmaktadır, üstelik bedavaya.
Bedava verilmesini garipser biraz ama koca koca insanlar, patates, soğan alacak parası bile olmayanlara fileleri verirken fotoğraf çektirme gereği duyuyorsa mutlulukla, vardır elbet sebebi.
Karartmaz enseyi.
Bunca gürültüden sonra fotoğraflardaki mutsuzluğun, o fotoğrafta yer almaktan mahcubiyet duyan ancak elinden başkası da gelmeyen insanlardan geldiğini anladığında burulur içi.
Kendi halinde yaşaması yoksa daha mı iyiydi?
İstanbul’da, mikrofonlar, kameralar, açılış konuşmaları biraz moralini düzeltse de sonrası yine hüsran.
Toprağın altı, bu utanmaktan daha iyidir, anlıyor anlayan.
* * *
Aynı sırada, öyle bayraklar şölenlerle, davullar zurnalarla değil, gayet rutin, gayet doğal, sıradan bir biçimde bazı insanların maaşları yatar hesaplara.
CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz, her ay yaşanan o büyük sıradanlığı açıklar:
“Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanı, Cumhurbaşkanlığı’ndan 22 bin 906 TL, Borsa İstanbul YK üyeliğinden 24 bin TL, YÖK Üyeliği’nden 37 bin 796 TL olmak üzere aylık 84 bin 702 TL maaş almaktadır.
TMSF Başkanı aylık 45 bin 813 TL, yönetim kurulu üyeleri 43 bin 522 TL maaş almaktadır. Görevleri sona eren üyelere, ilave 2 yıl boyunca her ay bu tutarda maaş ödenmeye devam edilmektedir.
Türk Telekom Yönetim Kurulu’ndaki AKP’liler, yılda 12 maaş ve 6 ikramiye almaktadır. Bunların aylık ortalaması 33 bin 849 TL’ye gelmektedir.
Turkcell yönetimindeki bürokratlardan yönetim kurulu başkanı yıllık 250 bin Euro, yönetim kurulu üyeleri yıllık 100 bin Euro maaş almaktadır.”
Hazine garantili ballı ihaleler.
Birden fazla kurumun sadece toplantılarında görünüp alınan, “yasal ama etik olduğu” söylenen hiç de etik olmayan maaşlar.
Kamu kurumlarına kartvizitle gidildiğinde alınan ihaleler.
İtibarından zerre tasarruf etmeyi itibarsızlık sayıp, patates ve soğan aldığı için insanların mutlu olmasını bekleyenler.
* * *
Emeğin, mücadelenin, çocuklarını doyurmak için her yolu denemenin utanılacak bir yanı yok.
Gerekirse bunun için gözyaşını saklayarak zorunlu olarak törenlere katılmanın, fotoğraflara girmenin de.
Lakin utanılacak, küçücük de olsa bir mahcubiyet duyulacak çok şey var.
Öyle vinçlerle memleketin gelirlerinin ne olduğunu sorgulayan, pankartları indirip, bir de nasıl ilişkilendiriliyorsa, “Cumhurbaşkanına hakaret” suçundan işlem uydurulmasıyla kalkmıyor ortadan duyulmayan mahcubiyetlerin karanlığı.
Ve kamyonlara asılan Türk bayrakları da örtemiyor üzerini, patates ve soğan alacak gücü bile kendinde bulamayanları ve yaşadıkları hayatın hayal kırıklıklarını.