Türkiye’nin Toscana’sı Manisa’da bir Meyve Pazarı Lale Akarun
Lale Akarun
Pazarda her şey el yakıyor. Domates 30 lira. Marul 20 lira. Dereotu bile 7 lira. Gazetede şöyle bir başlık okudum: Bedava ürünün nakliyesi 5 lira. Doğru olmalı; ama bu bile fiyatları açıklamaz. Sakarya’da bir çiftçi, tanesini 50 kuruştan satamadığı için marul ekili tarlasını sürmüş. Nakliye çok pahalı ama pazar fiyatlarını açıklamakta yetersiz kalıyor. Pazar demişken; geçen hafta sonu Manisa’da pazara gittim. Manisa’nın Salihli ilçesi çok bereketli tarım topraklarına sahip. Salihli’den kuzeye çıkarsanız Demirköprü barajının kıyısından geçerek Köprübaşı ilçesine varıyorsunuz. Arkadaşımın orada zeytinlikleri var; uçsuz bucaksız meyve bahçeleri, ileride baraj gölü, uzakta tepeler ve arkasında karlı dağlar. Cennet gibi bir yer. Nektarin ağaçlarının arasına zeytin dikmişler. Niye diye sordum: Meyve hiç para etmiyor; eğer böyle giderse kesip zeytine döneceğiz dedi.
Köprübaşı pazarında TL çok değerli
Köprübaşı, tarımla geçinen bir ilçe. Yerel ürünlerden almak için pazarına gittik: Meşhur çileği henüz olgunlaşmamış. Pazarda çilek yoktu; ama başka her şey vardı: Domatesin kilosu 5 lira; maydanoz, dereotu 2 lira. 8 liralık domatese “bu niye daha pahalı?” deyince indirim yapıyorlar. 2 kiloluk kocaman taş fırın ekmekler 15 lira. Sanki başka bir para birimi geçiyor Manisa’da.
Zeytin deposu olarak kullandıkları dükkanda bir genç kız çalışıyor; tarım lisesi öğrencisiymiş. Ancak tarımda çalışmak istemiyormuş; bağlama çalıyormuş; konservatuvar sınavlarına girecekmiş. Sınıf arkadaşlarından da tarımda çalışmak isteyen yokmuş.
Gençler tarımda çalışmak istemiyor
Gençlerin tarımda çalışmak istememesi anlaşılır bir şey, çünkü pazara gelen ürünün ana masraf kalemi ürün olmaktan çıkmış. Ürün bir teferruat, fiyatı başka şeyler belirliyor: Nakliye sorunlardan sadece bir tanesi. Plansızlık daha büyük bir sorun. Her sene, hangi ürün para ediyorsa herkes onu ekiyor. Herkes nar mı ekti; arz fazlası oluyor; ürün ağaçta kalıyor; nar ağaçları kesiliyor. Gıda fiyatları düşsün diye verilen ithalat izinlerinden, teşviklerden hiç bahsetmeyeyim. Panik halinde plansız programsız müdahaleler, durumu daha da kötüye götürüyor.
Bana kalırsa Salihli ve çevresi İtalya’nın turistik tarım bölgelerinden daha güzel. Manisa’ya Türkiye’nin Toscana bölgesi denebilir. Doğal güzellik; bereketli topraklar, Lidya’nın başkenti olarak tarih, her şey var. Ancak tarımın organizasyonunda büyük farklar var.
İtalya’da tarım organizasyonu çok farklı
Toscana’yı bırakalım Trentino’ya bakalım. Bir dönem İtalya’nın kuzeyinde Trento Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulundum. Muhteşem dağları olan çok güzel bir bölge; ana geçim kaynakları tarım ve turizm. Oysa tarım alanı çok kısıtlı; her yer dağlık; düz toprak çok az. Ancak her karış toprağı yüksek tarım teknolojisi ile büyük bir verimlilikle kullanıyorlar. İtalya içinde, hayat kalitesi en yüksek bölge.
Trentino bölgesi 2. Dünya savaşından büyük zarar görmüş ve fakir bir bölge olarak çıkmış. İtalya’nın 90 bölgesi içinde 67. sıradaymış. 1950’lerde nüfusunun yüzde 40’ı tarımla geçinen bölgede, ipekçilik ve üzüm bağları varmış; ikisine de hastalık dadanmış ve yok olmuş. Bölgenin kalkınması, 1960’larda Trento Üniversitesinin kurulması ve tarımı desteklemek için düzenli çabalarla başlamış. Kuzeyinde Almanca konuşulan bu bölgeye otonomi verilmiş: Ayrı yerel yönetimi olan bir bölge olmuş. 1966’da tüm Adige vadisine büyük zarar veren sellerden sonra, Adige ırmağı ıslah edilmiş; büyük setler yapılmış. Küçük toprak sahiplerinin tarımı ve topraklarını terk etmemesi için kooperatiflere büyük destekler verilmiş altyapı yatırımları, eğitimler, soğuk hava depoları, paketleme tesisleri ve nakliye için altyapı destekleri.
Planlı, yüksek teknolojili, verimli tarım
Bölgede temel olarak dört ürün var: Elma, üzüm, şarap, süt ürünleri ve özellikle peynir. Gezdiğimiz, dolaştığımız yerlerde bunun dışında ürün görmedik. Gezdiğimiz her köyde kooperatiflerin elma stoklama, bazılarında işleme tesisleri vardı. Elma bahçeleri ise bizim bildiğimizden çok farklı, özel bir budama yöntemi ile iki boyutlu duvar gibi budanmış sıra sıra fidanlardan oluşuyordu. Fidanlarda çiçekler meyveye dönmeye başladığında, kuşlara karşı üstüne çekilen tül perdelerle kaplandı. Üzüm bağlarında, her sıranın başına bir gül fidanı dikmişler: Böcekler ilk olarak güllere dadandığından, çiftçiler buna bakıp ilaçlamaya karar verebiliyormuş.
Bölgede çiftçiler, yeni bir bağ ya da bahçe dikmek istediklerinde, bağlı oldukları kooperatiften eğitim ve destek alıyorlar; toprak analizleri yapılıyor; sulama ve drenaj altyapısı kuruluyor; kooperatifin sağladığı fidanlar dikiliyor; gösterilen şekilde üretim yapılıyor. Ürünlerini de kooperatif alıp pazarlıyor. Her şey planlı, düzenli, güvenli.
Tarım turizmi
Öte yandan, bu tip tarım, kendi turizmini yaratıyor: Kuzeydeki Avusturya, Almanya ve doğu Avrupa’dan turistler, meyve bahçelerini ve üzüm bağlarını görmeye, aralarında bisiklete binmeye, yürüyüş yapmaya geliyorlar. İtalyan şaraplarını tadıp, satın alıp dönüyorlar.
Trento’da pazarlar Türkiye kadar zengin. Elma, üzüm ve çilek gibi yemişler dışındaki meyve ve sebze uzaklardan geliyor; ama nakliye çok iyi planlı; çoğunlukla tren ile. Hal tesisleri, soğuk hava depoları tren hattının üstünde. Elmanın kilosu 1-2 Euro; bölgede yetişen yemişler de ucuz. Domates uzaklardan, Sicilya’dan geliyor; ama 2-3 Euro; yani İstanbul’la hemen hemen aynı fiyata. Ancak İtalya’nın kişi başı alım gücü, ortalama dört katımız. Asgari ücret 18 bin TL. Peki nasıl oluyor da işçilik daha pahalı olduğu halde gıda pazarda makul fiyatlara satılabiliyor? Bu verimlilik ucuz işçilikle değil, iyi planlama ve destekleme ile oluyor; sonuçta da ülkenin refahı ve zenginliğine dönüşüyor.