Görecek günler var daha! – Umur Talu
Resimdeki resmî enflasyonun yüzde 36 (bir de virgül 08’i varmış) olduğu yerde bile, memur, emekli yüzde 25 zamla kurşun eritmeye çağırılıyor. Keraban’ın akıl edemediği bu. Kurşun eritmek varken, dolanmak. Nihayetinde o ranta kendisi sahip oluncaya kadar. Devlet haraççısı haline gelinceye dek.
Aslında İstanbul’a hiç gelmemişti.
Ne var ki buralarda olan biteni o zamandan bildi.
Ay’a yolculuğu, denizler altına fersah fersah inişi, çevre felaketleriyle bağlantılı salgını da bildiği gibi.
Hollandalı tüccar Van Mitten İstanbul’a gelir. Sokaklar bomboştur. Karantina yasaklarından değil; Ramazan ayıdır.
Top atılır, oruç açılır, insanlar sokaklara akar.
Van Mitten’in ev sahibi tütün tüccarı Keraban Ağa’dır. Misafirini ve onun hizmetkârı Bruno’yu Üsküdar’a geçirecektir ama ahalinin bir kısmı gibi kayıkçıların yanına vardıklarında donup kalırlar.
“Parasız kalan Sultan” kayıkla geçişe de vergi koymuştur.
Keraban Ağa, ki Kahraman Ağa’dır aynı zamanda, protesto etmeye karar verir.
Karadan Karadeniz’in kuzeyinden, yani Hopa, Batum, Kırım derken… dolaşıp öyle varacaktır Üsküdar’a. Maceradan maceraya.
Köprü ve otoyol zamları üzerine günümüz kahramanlarının aklına gelen de, Jules Verne’nin 1883’te yazdığı “İnatçı Keraban”ın yaptığı yolculuk. Hayatında bu topraklara hiç uğramamış yazarın tahayyülü ile.
İçi macera dolu hikâyenin ayrıntısına girmeyeyim.
Ama siz zaten kendi hikâyemizi biliyorsunuz.
Benzinin yanından geçme, dolan.
Doğalgazın yanından geçme, yaylan.
Elektriğin yanından geçme, darlan.
Ekmeğin yanından geçme, sıralan.
Bakkalın yanından geçme, saklan.
Sigaranın yanından geçme, otlan.
Resimdeki resmî enflasyonun yüzde 36 (bir de virgül 08’i varmış) olduğu yerde bile, memur, emekli yüzde 25 zamla kurşun eritmeye çağırılıyor.
Keraban’ın akıl edemediği bu. Kurşun eritmek varken, dolanmak. Nihayetinde o ranta kendisi sahip oluncaya kadar. Devlet haraççısı haline gelinceye dek.
O yüzden o aslında Kahraman Ağa değil; oyunu sonradan çıkan Karaman Ağa!
1883’teki hikâyeyi orada bırakıp 2022 hikâyemize gelince;
DİSK, resimdeki 36’lık enflasyon içindeki gıda enflasyonunun yüzde 43,8 olduğunu; bunun nüfusun en düşük gelirli yüzde 20’sinde yüzde 64,6’yı, onların bir üstündeki yüzde 20’de yüzde 56,4’ü bulduğunu açıkladı.
Bu ne demek?
Alınan ücret, maaş, emekli zamlarıyla dahi sofranın yarı yarıya küçülmesi demek.
Az yiyip arabayla turlayabilirsiniz tabii!
Bu başka ne demek?
Ülkede amansız, acımasız, merhametsiz, azgın, hatta vahşi bir kaynak aktarımı hüküm sürüyor demek.
Gelirini hakiki enflasyon üzerinde arttırabilenlere… geliri, sofrası, hayalleri, umutları onun altında ezilenlerden.
Sofrası devasa olan birilerine, milyonlarca sofradaki kırıntılardan dahi!
Bu oranlar “tüketici” fiyatları. Adı üstünde tüketilen, tüketen!
Bir de resmin arka yüzünde “üretici fiyatları” var. Yani sanayi, tarım vs. Toptan fiyatlar. Girdilerin katladığı maliyetlerle.
Eğer uyanık rantiye, kayrılmış şantiye, kanka puantiye değilse; üretenin de tüketen gibi tükenmekte olduğunu gösteren oran, yıllık yüzde 80.
Çok özür dilerim, yalan olmasın, yüzde 79,9.
Bu ne demek?
Pusudaki tüketici enflasyonu demek.
Yıllar önce, esas enflasyona ölçü olan temeldeki fiyat artışları demek.
Daha görecek günlerimiz var, demek.
Alain Resnais’nin, bir masanın etrafında ölüm ve sonrasına dair konuşanları soframıza, yanı başımıza getirdiği filminin adıyla…
Daha bir şey görmediniz, demek.
Ancak siz de Jules Verne’nin yolundan gidebilirsiniz.
Şu anda olanlar yerine, olmayacak sanılanları hayal edip olmasını hızlandırarak!
Masallara kanmak yerine hayallere dalmak, bazen ufuk açar, umut açar, çiçek açar.
O çiçekler de, bir bakmışsınız, gelecek günler gibi kokar!