Sorting by

×
DünyaGüncel

Glasgow zirvesi fiyasko: Ertelenecek bahar kalmayacak

İskoçya’nın Glasgow kentinde düzenlenen COP26 İklim Zirvesi tartışmaların, suçlamaların, restleşmelerin gölgesinde sona erdi.

İyi başlamıştı oysa. Aklı başında birçok iklim savaşçısının “fazla umutlanmayın” demesine rağmen dünya kamuoyunda, “belki bu kez bir şeyler olur” iyimserliği hâkimdi zirveye ilişkin. Sonuçta katılımcı ülkeler bir anlaşma üzerinde uzlaştılar. Ancak bizzat katılımcıların bazılarının bundan memnun olmadığına tanık olduk. Örneğin “Güvenmek zor, ama sonunda, zorlamaya devam etmeliyiz” diyen Kosta Rika Çevre ve Enerji Bakanı Andrea Meza hoşnut kalmadı anlaşmadan. “Bu değişikliği büyük isteksizlikle kabul ediyoruz” diyen, deniz sularının yakın bir tarihte yutmak üzere olduğu Marshall Adaları’nın İklim Elçisi Tina Stege de memnun değildi. Gözyaşları içinde varılan son derece yetersiz anlaşma için özür dileyen COP26 Başkanı Alok Sharma da öyle. Nihayet BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, “COP26’nın sonucu bir uzlaşmadır. Önemli bir adım ama yeterli değil. Hâlâ iklim felaketinin kapısını çalıyoruz” dediğine göre Zirvenin tam bir fiyaskoyla sonuçlandığına kuşku yok.

HİÇ BAŞARAMADILAR

Varılan anlaşma gösterdi ki, umutlanmamayı öğütleyenler haklı çıktı, bir kez daha. Bir kez daha çünkü BM’nin iklim değişikliği konferansları bugüne değin küresel çapta bir yönetim modeli oluşturmayı başaramamıştı. Bu sefer başarmaları için neden umutlanıldı bu kadar, anlamak zor. 2015 Paris İklim Anlaşması’nın küresel ısınmayı 1.5 dereceyle sınırlandırma hedefine ulaşmak için hangi ülkenin doğru düzgün, inandırıcı bir planı vardı ki? Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin son raporunda, gezegenin 2030’ların başında muhtemelen 1.5 derece sınırına ulaşacağı ihtimali vurgulanarak uyarılar yapılmıştı. Bu uyarılara zirvede kulak verilmediğini gördük hep birlikte.

Hindistan’a, Çin’e bakar mısınız? Kömür enerjisinin “aşamalı olarak kaldırılması” ifadesini, “kullanımının aşamalı olarak azaltılması” ifadesi ile değiştirmeyi başardı bu ülkeler. Zirvede iklim felaketiyle karşılaşmış ülkelere kuruş çıkmadı. Sözüm ona, asla yetmeyecek olan bir 100 milyar dolar vereceklerdi sözde. İklim değişikliğinin hızlandırdığı aşırı hava olaylarının yol açtığı kayıplar, zararlar için zengin ülkelerden tazminat beklentisi hayal oldu. Eğer lütfederlerse 2025 yılında koklatacaklar birkaç kuruş. 2030 yılına kadar emisyonu yarıya indirme konusunda anlaşamayan ülkeler bu konuda gelecek yıl daha iyi planlar sunacaklarını söylediler, dalga geçer gibi. Bu sözleri yerine getirseler bile, sıcaklıklar yüzyılın sonuna kadar 2.4 derece ile 2.7 derece arasında yükselme yolunda ilerliyor. Felakete gidiyoruz topluca.

Tamam, katılımcı ülkeler sıcaklıkları 1.5 derecelik bir artışta tutmayı az da olsa hedefleyen son derece zayıf bir iklim anlaşması üzerinde anlaştılar. Ancak kömürü aşamalı olarak “kaldırmayı” değil, “aşamalı olarak azaltmayi” içeren bir anlaşmanın iklim krizine çözüm getireceğini kim söylebilir? Ormanları korumak için çıkmış bir karar olmadığını da belirteyim.

NE OLMALIYDI?

En azından iklim değişikliğiyle mücadele için “çok taraflı anlaşmaların” tek tek ülkelerin iradesine bırakılmadan uluslararası hukuka tabi olması sağlanabilirdi. Bu başlangıç için en önemli adım olurdu. 1997’de kabul edilen Kyoto Protokolü bu anlayışa uygundu biraz. Ancak çok eksiği, kusuru olduğu için bu ilerletilemedi. Yıllar sonra gelen fırsat da heba edildi. Somut kararların alınması beklenirken, örneğin yoksul ülkelere yardım “sözü” veriliyor anlaşmada. Garanti içermeyen bir söz. Yoksul ülkelere verileceği vaat edilen 100 milyar dolar, 2030’a kadar pul olacak, o tarihte verilmesi gereken para en az 300 milyar dolar olmak zorunda. Bu zirvede 100 milyar dolar için karar veremeyenler 300 milyar için verebilecekler mi gerçekten?