GıdaGüncel

50 Maddede Veganlık: Çünkü gelecek vegan

İnsan neden vegan olur? Her şey tamam da peyniri de mi bırakacağız? Bitkilerin canı yok mu? Veganlık trend mi, yaşam biçimi mi, inanç mı, politik duruş mu?

Veganlıkla ilgili aklınıza gelen ya da henüz gelmemiş olan her türlü sorunun cevabını ‘50 Maddede Veganlık’ kitabında bulmanız mümkün.

Kitabın iki yazarı, fotoğrafçı Emel Ernalbant ve seyyah, proje üreticisi, yazar Hazal Yılmaz, son beş yıldır vegan yaşıyorlar. Yalnızca beslenme değil her türlü tüketim alışkanlıklarını vegan yaşama uygun düzenliyorlar. Veganlığın politik ve etik kısmıyla da yakından ilgililer.

Onların “İnsan neden vegan olur” sorusuna verdikleri cevap ise kısa ve net: “Çünkü gelecek vegan.”

Karakarga Yayınları’ndan çıkan 50 Maddede Veganlık, aklınıza gelen ya da henüz gelmemiş olan sorulara, kişisel deneyimler üzerinden samimi bir üslupla yanıt veriyor.
Ne zamandan beri vegansınız? Bu tercihinizin birincil sebebi neydi?

Hazal: Fransa’da bir kazanda kaynayan kelle kokusu deneyimimden sonra 14-19 yaşları arasında vejetaryen beslendim. Doktorlar demir azlığı, protein yetersizliği gibi bahanelerle beni yeniden et yemem gerekliliğine inandırdılar. Bilmiyordum, yeterince okumamıştım. Hiç istemeyerek arada bir et, daha yoğunluklu balık ürünleri tüketmeye devam ettim. Aradan geçen zamanda okumaya, izlemeye, anlamaya, veganlığı tanımaya başladım. Neredeyse son beş yıldır veganım. Bunun ilk altı ayında yumurta, bal gibi ürünleri tüketmeye devam ediyordum, “Omletsiz hayat olur mu” diye düşünerek. Ta ki kümes hayvanları endüstrisinin kabusuyla yüzleşene kadar. Son dört buçuk yıldır tamamen veganım diyebilirim.

Emel: Çocukluğumdan beri hayvan etinden hep kaçtım, sütü de hiç sevmedim. Severek yediğim tek şey peynirdi. 2016 yılında “Öldürmeye karşısın ama tecavüze değil, öyle mi” diye bir soru yöneltti, Emre arkadaşım. Peynir yapmak için inekleri sürekli hamile bırakıyorlardı ve sütlerini alıp bizim için peynir, yoğurt, ayran ve daha bir sürü şeye dönüştürüyorlardı. O yıl vegan oldum.

Herkesin hikayesi farklıdır ama genel izleniminizi sorarsam, insanlar bir anda mı vegan oluyor, yoksa bu bir süreç mi gerektiriyor?

Bize sorarsan mezbahalarda hayvanların yaşadıklarını izlemeye başlayan hemen herkes bir anda vegan olabilir. Ama insanların ilk tepkisi “Aman aman kapat bakamayacağım” demek, bu şekilde tabaktaki inekleri, danaları meşrulaştırmak oluyor. Bu kitabın çeşitli yerlerinde de anlattığımız gibi veganlık bir diyet değil. Veganlık, karbon ayak izimizi azaltmak için elimizden geleni yaptığımız dünyada, hayvanların da insanlar kadar yaşamaya hakkı olduğuna dair bir inanç, bu inanç uğruna tatlardan ve alışkanlıklarımızdan vazgeçtiğimiz bir yaşam biçimi, ulusal sınırları ve duvarları hiçe sayışıyla belki de ileriki yıllarda insanları bir araya toplayacak politik bir duruş.

Her vegan biraz da aktivist midir? Siz ne kadar aktivistsiniz?

Hazal: Yaşadığımız dünyaya hepimizin bir başkaldırısı var. Azalan kaynaklara, eşitsizliğe, bölünmeye, iklim krizine karşıyız. Ben bu değişimin temelinin veganlıktan geçtiğini düşünüyorum. Vegan olmak önce doğru bildiğimiz yanlışlarla yüzleşmemize, ardından alışkanlıklarımızı değiştirme çabamıza, sonrasında da pek çok aşağılama karşısında sabır göstermemize neden. Veganlık bireyi sınayan, dünyayla ilişkisini yeniden tanımlayan bir eylem bana sorarsan.

Emel: Veganlık bir hak mücadelesi. Bir yerde bir yanlış var, ezilen bir kesim var. Siz onları savunuyor, onların duyulmayan sesi oluyorsunuz. Veganlar bu sorumluluğu sahipleniyor. Hepsi birbiriyle bağlantılı olduğundan hayvan haklarını savunurken kadın haklarını görmemezlikten gelemiyorsun, hakkı yenen, dışlanan göçmenlerin, siyahilerin de yanında olmanız lazım. Ezilen, dövülen, öldürülen, tecavüze uğrayan çocukların, kadınların, LGBTIQ+ bireylerin de yanında buluyorsunuz kendinizi.

Veganlık birincil kimliğiniz mi? Vegan olmayan arkadaşlarınızla aranıza zaman içinde ister istemez mesafe giriyor mu? Gündelik pratikler ya da politik sebeplerle.

Hazal: Veganlık kimliklerimden biri. Navegan (vegan olmayan) arkadaşlarım tarafından birincil kimliğim olarak tanımlanıyor. Bu bana biraz Asyalılara ‘çekik’ veya Afrika kökenli Amerikalılara ‘siyah’ diyen beyaz insanın ötekileştirme eylemini çağrıştırıyor. Çevremde vegan arkadaşlarım çoğalıyor. Buna çok seviniyorum. Elbette vegan olmanın bizi birbirimize bağlayan bir yönü var. Ama bu demek değil ki insanları veganlar ve naveganlar olarak kategorilendiriyor, ona göre hayatımda tutuyorum. 50 Maddede Veganlık biraz da bunun için yazıldı. Zaman içerisinde karşımıza çıkan tüm soruların kaynak kitabı olmasını istedik.

Emel: Veganlık benim de kimliklerimden biri. Çocuğunu vegan büyüten bir anne olarak da insanlar tarafından sürekli iğnelenen, yanlış yapıyormuşum gibi toplum tarafından azarlanmaya çalışılan bir süreçte kürek çekiyoruz. Çocuklarına şekerin çok zararlı olduğunu tembihleyip, tabağındaki hayvan etini bitirmesi için baskı yapan, anlattıklarımıza rağmen ısrarla ailecek her gün hayvan sütü, yoğurdu, peyniri, yumurtası tüketmeye devam eden aileler ile sohbetleri çok sık yaşıyorum. Ama insanların yaşadığı bilişsel çelişkiyi anlayabiliyorum.

Fotoğrafçı Emel Ernalbant, vegan olduktan sonra, yemek pişirmekle daha yakından ilgilenmeye başlamış. Şimdi Londra’da aşçılık eğitimi alıyor, vegan yemek kitabı için tarifler deniyor.
Emel sen film rulosu jelatin içerdiği için analog fotoğrafı bırakmışsın. Bana çok ilginç geldi bu, şaşırdım. Sen de ‘analog filmin veganlığı bozduğunu’ öğrenince şaşırdın mı?

Ben vegan olduğum sırada Mardin’de göçmen ve yerel çocuklarla yürütmek üzere bir ‘karanlık oda’ projesi yazıyordum. Hatta vegan olmama vesile olan arkadaşım Emre “İyi de film vegan değil” demişti. Çok fena bozulmuştum ama projeyi yazıp ilk bir sene yürüttüm. Vegan film üretimini çok araştırdım. Fakat öyle bir film bulunamayınca projeye devam edemedim. Sanıyorum vegan olduğumdan beri özlediğim tek şey karanlık odadır.

Çocuğunu büyütürken karşılaştığın olumsuz tepkileri yazmışsın. Fazladan gerginlik yaşamamak için vegan doktor arayışına girdin mi?

İngiltere’de yaşıyoruz, veganlık orada yasalarla korunuyor. Nasıl ki kimse sizin dininize laf edemezse veganlığınızı da eleştiremez. Belki de bunu bildiğim için doktora giderken ya da kreş ararken vegan olanları araştırmadım. Vegan menüler kreşlerde mevcut. 1944’ten beri var olan, birçok kişinin benimsediği ve her yıl sayıca artan bir şey veganlık. O nedenle size nutuk çeken bir doktora ya da bir öğretmene denk gelmeniz çok zor.

Veganlık buralara çok geç geldi, demek istemem. Burada, bu topraklarda yüzyıllar önce vegan olarak yaşayanlar olduysa bile, elimizde onlardan geriye kalan yazılı metinler olmadığından bunu bilmemiz pek mümkün değil. Bu durumun istisnalarından biri 11’inci yüzyılda yaşamış Arap filozof ve şair Ebü’l Ala El-Maarri’nin (973-1057) ‘Artık Tabiattan Çalmıyorum’ isimli şiiri şöyle:

Kavrayışta ve dinde muallelsin.
Bana gel, ki hakikatin sesinden havadisleri duyabilesin.
Sudan ayrılan balıkları haksızca yeme,
ve yemek diye arzulama katledilen hayvanların etlerini,
veya annelerin, saf içimini asilzade hanımlara değil
yavrularına adadığı ak sütünü.
Ve yumurtalarını alıp masum kuşları kedere boğma;
adaletsizlik kabahatlerin en fenasıdır.
Ve arıların mis kokulu bitkilerin çiçekleri üzerindeki
gayretleriyle elde ettikleri bala kıyma;
başkalarının olsun diye istiflemedikleri gibi;
bağış ya da hediye olsun diye toplamadıkları için.
Elimi tüm bunlardan çektim; keşke yolumu
şakaklarım ağarmadan önce fark etseydim!

Dünyanın birçok ülkesini gezen seyyah, proje üreticisi, yazar Hazal Yılmaz, bir süredir yeni medya platformu Aposto! bünyesinde çalışıyor, “Geleceği için endişelendiğim dünyayı bireysel seçimlerimle değiştirmeye çalışıyorum” diyor.
Hazal, sen seyyahsın, Çok Gezenler Kulübü’nün de kurucususun. Vegan cenneti şehirleri biliyoruz, Londra, New York, Kaliforniya’nın neredeyse tamamı, diğer metropoller. Peki vegan olmanın zor olduğu şehirler? Bu insanlarla dayanışıyor musunuz?

Hazal: Ben eylemlerimi her gün, küçük topluluklarla da olsa, vegan kimliğimi sahiplenerek, insanların her şeyden önce tat algısını bozmak, onlara veganlığın çok lezzetli olabileceğini kanıtlayarak yapıyorum. İlk önce “Veganlar ekmek ve salata yer” algısını kırıyor, sonra işin felsefi, insani, politik taraflarını anlatmaya başlıyorum. Bir anda olmuyor. Ama oluyor. Bir derneğe ya da kuruma üye değilim. Yine bildiğim yerden, yazarak, veganlığı anlatıyorum.

Türkiye’deki veganların gündelik hayatını kolaylaştıran şehirler, bölgeler nereler?

Hazal: İstanbul önde. Moda, Cihangir, Kurtuluş’ta gezdiğinde, vegan dükkanlar, tantuniciler, dönerciler, kasaplar bile karşına çıkabiliyor artık. Pek çok yerel marka vegan peynir ve süt üretimine başladı. “Yemeğin içinde süt, tereyağı var mı” diye sorduğunda “Tamamen vegan” cevabını duyabiliyorsun yavaştan. Türkiye’de bu konuda farkındalıklar gelişiyor. Her yıl şakaların, aşağılamaların biraz daha azaldığını, merakın, bilginin arttığını gözlemliyorum. Emel de ben de paketli vegan ürünleri; seitan, tempeh gibi alternatifleri pek tüketen insanlar değiliz. Bu sebeple Türkiye, özellikle Ege ve Akdeniz, otları, zeytinyağı, sebzeleri, meyveleriyle veganlar için cennet. Bahanesi yok yani.

Son dönemin öne çıkan başarılı stand-up’cılarından Deniz Göktaş’ın gösterisinde veganlıkla ilgili bir bölüm var. Sizin bu vegan şakalarla ilgili kırmızı çizginiz nedir?

Hazal: Konuşma açtığını, insanları her şeyden önce “Vegan ne ki?” sorusuyla karşılaştırdığını düşünüyorum. Hayattaki pek çok ciddi konuda olduğu gibi sarkazm, espriyle ele almak iyidir. Benim net kırmızı çizgim hayvan hakları savunucusu olup vegan olmayanlar ve dinlemek ya da öğrenmek için değil açık bir nokta yakalamak ya da alay etmek için soru soranlar.

Emel: İnsanlar veganlıkla tanıştıklarında, akıllarındaki bir sürü bilişsel çelişkiyle yüzleşmek zorunda kalıyorlar. Bu gibi düşüncelerin toplumun önünde yaşanması çok eğitici. Bir sürü tutarsızlık var ama insanları düşünmeye ittiği için önemli. İnsanın zorlu durumda gülmesi çok doğal.

10 maddede veganlık
Emel Ernalbant ve Hazal Yılmaz, kitaptaki 50 maddeyi 10 maddeye indirip özetledi. Bunların hepsini biliyor olsanız bile, kitap samimi üslubu ve kişisel hikayeleri sayesinde ilgiyle okunuyor.

1. Çocuklar inek sütü içmezse kemikleri çabuk kırılır.

Hayat boyu süt içilmesinin en önemli sebebi kemik sağlığı için gerekli kalsiyumun alınması gerektiği bahanesidir. Oysa bugün süt tüketimi fazla olan ülkelerde kalça kırığı ihtimalinin yüksek olduğunu biliyoruz.

2. Balık yemezsek Omega-3 alamayız.

Biz balık değil ama balığın yediği yosunu yiyoruz. Veganlar Omega 3’ü keten tohumu, ceviz, çiya tohumu, brüksel lahanası, yosun, kabak çekirdeğinden alabiliyor.

3. Bal neden vegan değil?

Bir kovanın gıda ihtiyacını karşılamak için çalışan bal arıları ortalama 1500 çiçekten nektar toplayarak, bunları midelerindeki kimyasal enzimlerle birleştirir ve yuvalarına dönerler, bu enzim evde bekleyen arılar tarafından çiğnenir, kusulur, yeterince zaman geçince bizim bal ismini verdiğimiz madde oluşur. Bu madde yani bal, özellikle kış boyunca koloninin aç kalmaması için elzem besin kaynağıdır.

Oysa insan ne yapıyor? Arıları kendilerini beslemek için ürettiği bu besini alıp yerine vitaminden eksik şekerli bir besin bırakıyor, arıların dirençlerini ve ömürlerini kısaltıyor, kraliçe arının kovanı terk etmemesi için kanatlarını kesebiliyor, üretimi artırmak için bal arılarını özel yöntemlerle besliyor, ardından bu yöntemler yüzünden oluşan hastalıkların binlerce arı türüne geçmesine sebep oluyor, bir de üzerine hem bitkilerdeki polenleri emerek ekosisteme katkısı olan, hem besinlerini çaldığımız arıları aman aman sokar diyerek öldürüyor, çocuklarda hayranlık uyandırmak yerine korku oluşturuyor.

Bal yerine agave, akçağaç şurubu, pekmez, reçel gibi pek çok bitkisel alternatifi kullanabilirsiniz.

4. Bitkilerin de canı var, onlar acıyı hissetmiyor mu?

Bitkilerin inanılmaz şeyler yapabildiğinin farkındayız. Işığa, toprakta olanlara tepki verdiklerini, bir çeşit iletişim biçimleri olduğunu biliyoruz. Yani, bildiğimiz şey zeki oldukları. Ancak zeka, duyarlılık ya da bilinç demek değil. Yaşayan bir varlığın acıyı hissetmesi için beyin ya da merkezi bir sinir sistemine sahip olması gerekir. Bitkilerin hayvanlar ve insanlarda mevcut olan böyle bir sistemi yok. Dolayısıyla hayır. Bitkiler acıyı hissetmez.

5. Vegan balık mı!

Burada marine yöntemi devreye giriyor. Yapmanız gereken tek şey malzemeye balık yani aslen deniz kokusunu vermek. Peki bunu neyle yapacağız? Yosunla! Eğer vegan sushi denediyseniz ne demek istediğimizi anladınız. Yosun yaprağı vegan olduğunuzda hayatınızı kurtaracak bir malzeme. İnanılmaz sağlıklı. Denemek isteyenler için kitapta bir de balık & patates tarifi verdik, yerken burnunuza Boğaz kokusu dolacak.

6. Deri gibi ama değil

İnovatif girişimciler veganların çeşitli ihtiyaçlarına cevap verebilmek için çalışıyor, Ayakkabı, çanta, mobilya, kıyafet… eskiden derinin kullanıldığı pek çok ürünü bugün alternatif malzemelerle yapıyorlar. Fungus (mantar), anana atıkları, hindistan cevizi, kağıt, kaktüs, şarap mantarı, elma kabuğu deri yerine kullanılan alternatiflerden bazıları.

7. Şarap, bira nasıl vegan olmaz!

Birçok firma daha berrak bir sıvıya ulaşabilmek için ürünlerini filtrelerken maalesef hayvan atıkları, parçaları ve çıktıları kullanıyor. Şarap üretiminde kullanılan hayvandan türetilmiş inceltici maddeler arasında kan ve kemik iliği, süt proteini olan kazein, deniz kabukluları, yumurta beyazından elde edilen yumurta albümeni, balık yağı, kaynayan hayvandan elde edilen protein jelatin ve balık mesane zarlarından elde edilen jelatin isinglass bulunuyor.

Bira yapımında, hatta ne yazık ki bazı meyve sularında da durum çok benzer. İşin zor kısmı, bu filtreleme malzemelerini etiketlere yazılmıyor. Veganlığın popüler olmasından sonra kimi firmalar ürünlerine vegan logosunu ekledi. Meşhur siyah İrlanda birası Guinness, içeriğindeki balık jelatinini 2016 yılında çıkararak artık vegan olduğunu açıkladı.

8. Vegan sporcu olur mu?

Formula 1 Dünya Şampiyonası’nın 14’üncü yarışı Türkiye Grand Prix’sini de kazanarak yedinci şampiyonluğuna ulaşan Lewis Hamilton, dünyanın bir numaralı tenis oyuncusu Novak Djokovic, 2011’de geçirdiği kazadan sonra daha çabuk iyileşmek için yapılabilecekleri araştırırken, Romalı gladyatörlerin çoğunlukla bitkisel bazlı beslendiğiyle ilgili bir makaleye denk gelerek vegan olan dövüşçü James Wilks, Olimpik madalyalı bisikletçi Dotsie Bausch, sörf dünyasının en bilinen isimlerinden Tia Blanco, maraton koşmada dört dünya rekoru sahibi Fiona Oakes, tenisin süperstarı Venus Williams, olimpik snowboard şampiyonu Hannah Teter aklımıza ilk gelen vegan atletlerden bazıları.

9. Vegan bebek sağlıklı gelişir mi?

Emel: Üç yaşındaki çocuğum doğuştan vegan. Kendi gözlemim ve düzenli gittiğimiz doktor kontrollerinin özeti; çocuk gayet sağlıklı ve mutlu bir şekilde büyüyor. Vegan olmayan çocukların sahip olduğu ve bizimkinde eksik olan ya da olmayan bir durum yok. Aksine bizimkinde olmayan ve diğerlerinde olan şeyleri az çok kestirebiliyorum. Mesela bizim çocuk hiç hayvan sütü içmediği için hayvan sütünün içindeki hormonları, antibiyotikleri, yağları almadı. Oradan eksik kalmış olabilir. Sabahları peynir yemediği için cipsin içindekinden daha fazla orandaki trans yağlara da maruz kalmadı. İnek sütü, inek sütlü mamalar yerine anne sütü içtiği için, tombul değil. Bu yüzden çevreden sağlıksızmış gibi tepkiler almak bu süreçte en zorlayıcı şey oluyor.

Amerikalı doktor Michael Greger “Bir çocuğu vegan beslemek sağlıklı mı” sorusuna, “Aksine bir çocuğu vegan beslememek sağlıksız” diye yanıt veriyor: “Çocuklarda obezite sayısı her geçen gün artıyor. İlkokula başlayan her beş çocuktan biri obez, her üç çocuktan biri de şişman.”

10. Neden yumurta yemeyelim?

Kümeslerde neden sayısız tavuk, başında bir horoz vardır düşündünüz mü? Biz düşünüp araştırdık. Öğrendiklerimiz yumurta yemememizin nedeni. Arka bahçede besleniyor bile olsa tavuk / hayvancılık endüstrisinin işine yarayan dişi tavuklar. Yeni teknolojiler henüz yumurtayken erkek horozları belirleyip öldürüyor. Bu en iyi ihtimal. Çoğunlukla horozlar boyunları kırarak veya makinelerde öldürülüyor çünkü işe yaramıyorlar. Seçilen tavuklar ise GDO’lu yemlerle beslenerek kapasitelerinin çok üstünde yumurta üretiyorlar. Bunun için kendi bedenlerindeki kalsiyumdan kullanan tavuklar, bir fabrikada giyotin altına girmemişlerse, kemik erimesi sebebiyle ecellerinden ölüyorlar.