2021 Meyve Sebze Yılı
İ.Uğur Toprak
BM Genel Kurulu 2021 yılını Uluslararası Meyve Sebze Yılı olarak ilan etti. Bu başlıkla meyve sebzelerin insan beslenmesi, insan sağlığı ve gıda güvenliğindeki önemine dikkat çekmeyi ve farkındalık yaratmayı amaçlıyorlar. Ayrıca BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ne ulaşmada bir fırsat olarak da görülmektedir. Çünkü tüm dünyanın 1 yılı aşkın süredir içinde bulunduğu Covid-19 pandemisi nedeniyle doğal kaynakları korumanın ve sürdürülebilir hale getirmenin ne denli önemli olduğu, acı verici bir şekilde olsa da çok daha iyi anlaşılmıştır.
Artan nüfus ve iklim krizinin beraberinde getirdiği olumsuzluklarla mücadelede tarımsal üretimin ve sürdürülebilir iyi tarım uygulamalarının hak ettiği ciddiyetle ele alınması gerekmektedir. Yürütülecek politikaları bu doğrultuda oluşturmadan; açlıkla mücadelede, gıda güvenliğinin, güvencesinin ve egemenliğinin sağlanmasında başarı sağlamak mümkün değildir.
Tarımsal üretim dediğimizde ise akla en başta meyve ve sebzeler gelmektedir. Meyve ve sebzeler insanlığın varoluşundan beri en temel besin kaynaklarından olmuştur. İçerdikleri vitaminler, mineraller, bitkisel proteinler, lif vb. besin öğeleri insan vücudunun doğru gelişimi için elzemdir. İnsan beslenmesinde vazgeçilmez bir yere sahip olan meyve ve sebzeler, ekonomik olarak da kolay ulaşılabilen gıda maddeleri arasında sayılabilir. Ayrıca bu kıymetli ürünler gastronominin giderek popülerlik kazandığı günümüzde farklı birçok reçeteyle de sofralarımızda baş tacı olmaya devam etmektedir.
Küçük yaşlardan itibaren aileler çocukların beslenmelerinde meyve ve sebzelere muhakkak yer vermeli, tüketim alışkanlığı kazandırmalı, tek çeşit beslenmenin önüne geçerek; sağlıklı bireyler olarak yetişmelerini sağlamalıdır. Çocukluk çağlarında edinilen alışkanlıkların insan ömrünün ilerleyen yıllarında ne kadar önemli rol oynadığını düşünürsek, beslenme alışkanlığının erken yaşlarda oturtulmasının önemi daha iyi anlaşılmaktadır.
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın 2019 verilerine göre ülkemizde en çok üretilen meyve çeşidi üzümdür. Bunu elma, portakal, zeytin ve mandalina takip etmektedir. Yine aynı dönem içinde en çok üretilen sebze çeşidi ise domatestir. Domatesi karpuz, kuru soğan, hıyar ve kavun takip etmektedir (Not: Kavun ve karpuz bakanlık verilerinde sebze üretim listesinde yer almaktadır).
Tarım açısından zengin kaynaklara sahip olan ülkemiz, seksen iki milyon insanı rahatlıkla besleyecek toprak büyüklüğü ve verimliliğine sahiptir. Ancak tarım politikalarında yapılan yanlışlar, çiftçilerin ve kooperatiflerin yeterli desteği alamaması, tarım arazilerinin yok edilmesi, yüksek gübre ve mazot fiyatları gibi sebeplerle üretim kapasitemiz düşmekte ve kendi üretebileceğimiz ürünleri ithal eder hale gelmekteyiz. Yine bu yanlış politikalar köylerden şehirlere göçü arttırarak tüketen toplum yapısının oluşmasına neden olmaktadır.
Tarımsal üretimler, konvansiyonel üretimlerden uzaklaşmadığı sürece ne yazık ki bunun önüne geçilemeyecektir. Konvansiyonel üretim sınırsız değildir. Konvansiyonel üretim için kullanılan tohumun, gübrenin ve ilacın ithal edildiğini düşünürsek aslında faydadan çok zararı olduğu da görülür. Yerli tohum kullanmak, organik ya da iyi tarım uygulamalarını desteklemek ve yapılan uygulamaların izlenebilirliğini sağlamak bir çözüm olacaktır.
Tarımda “milli ve yerli” söyleminin gereği; taşıma suyla değirmeni döndürmeye çalışmak yerine kendi öz kaynaklarımıza yönelmektir. Tarımsal girdi fiyatlarının ucuzlatılması ile başlayacak reform hareketi, getirilecek muafiyet ve özendirmelerle yükseltilmeli, ülke insanının ihtiyacı olan bitkisel ve hayvansal üretim gerçekleştirilmelidir. İthalata değil üretime dayalı gıda politikaları ile bu reform sağlam zeminler üzerinde yükseltilmelidir. Üniversitelerimizde yetkin Gıda Mühendisleri, Ziraat Mühendisleri ve Veteriner Hekimler yetiştirmeli, oluşturulacak gıda politikaları yetkin insan gücümüze, bilime ve tekniğe dayandırılmalıdır.
Topraklarımızı, yer altı ve yer üstü kaynaklarımızı, Anadolu güneşi ile beslenip büyüyen sebzelerimizi, meyvelerimizi, tahıllarımızı korumak ve sürdürebilmek için küresel şirketlerin yarattığı bağlayıcı sistemin dışına hızla çıkmak zorundayız. Kendi kendimize yetebilmeli, besin seçme özgürlüğümüzü korumalı ve gelecek nesillere bize ait yerel lezzetlerimizi bırakabilmeliyiz. Genetiğiyle oynanmamış ata tohumlarımızı ve kimyasallarla kirlenmemiş bereketli topraklarımızı geleceğe bırakmak en öncelikli hedeflerimizden olmalıdır.